9 Nisan 2014 Çarşamba

SADETTİN TANTAN ( KIRMIZI KİTAP)


“Kırmızı Kitap değişikliği Türkiye devletinin dönüştürülme projesi mi?”


YURT Partisi Genel Başkanı Sadettin Tantan, gündeme gelen ULUSAL GÜVENLİK STRATEJİ SİYASET BELGESİ tartışmalarını değerlendirdi. Tantan, “Bugün gelinen noktada, Türkiye’nin hangi istihbarat verilerine göre hangi çalışmayı yapabileceği tartışmalıdır. Çünkü, hafızası ve arşiv bilgileri paramparçadır” dedi.

Ulusal Güvenlik Siyaset Stratejisi Belgesi’nin içeriğinin yeniden düzenlenmesi ya da basına yansıyan ismiyle “KIRMIZI KİTAP” tartışması gündeme düşmüştür. Türkiye temel alt yapılarını oluşturmadığı yaygın bir bilgi ağı olmadığı için de hangi veri ve bilgilere göre UGSSB belirlenecektir?

Bugün gelinen noktada, Türkiye’nin hangi istihbarat verilerine göre hangi çalışmayı yapabileceği tartışmalıdır. Çünkü, hafızası ve arşiv bilgileri paramparçadır.

Olması gereken şudur:



Uluslararası Güvenlik Siyaset Stratejisi Belgesi’ne göre, iç ve dış tehditler yeniden tespit edilmeli, bu tehdit algılamalarına göre kurumsal alt yapılar iç ve dış güvenlikten sorumlu hukuki ve kurumsal alt yapıları güçlendirilmeli, aktif, operasyonel, hareket kabiliyeti yüksek konuma getirilmelidir. Ülkeleri ve bizi de tehdit eden enerji savaşlarına, ekonomi savaşlarına, hukuk savaşlarına ve yüksek teknolojiden doğan savaşlara karşı, enformasyon ve bilgi savaşlarına karşı, temel alt yapılar oluşturulmalıdır.

Bunlar yapılırken halkı kim bilinçlendirecektir? Sorulardan biri de budur!

Halka beraber bu mücadeleyi yürütecek (içeride ve dışarıda) kurumların da süratli bir şekilde belirlenmesi gerekmektedir.

Ulusal Güvenlik Siyaset Stratejisi Belgesi’ni yeniden yazmak için yapılması gerekenleri bu siyasi iktidar yapamaz. Yapamaz, çünkü özellikle 2002’den bu yana Türkiye tutsaktır. Yanı başında Irak’ta, Kafkasya’da, havzasında kimin adına ne yaptığını kimse bilmemektedir.

Ama bilinen bir gerçek vardır!

* İktidara geldiği günden bu yana AKP, alt kimlik üst kimlik tartışmalarıyla Türk milletinin zihinlerini ayrıştırmıştır.

* AKP, bir taraftan süreç içerisinde çıkarttığı yasal düzenlemelerle, hak ve özgürlükler bakımından AB ve ABD’nin dahi üzerinde açılım sağlarken güvenlik ayağının içini de boş bırakmıştır.

* İktidar, yerel ve genel anlamda “Merkezi zayıflatıyoruz” diye yerele güç verirken, devlet disiplinin ortadan kalkmasına seyirci kalmıştır.

* Türkiye’yi bölmek isteyen örgüt, büyük ekonomi siyasi iradi güce ulaşırken adeta devletle ve siyasetle pazarlık noktasına gelmiştir ve siyasi iktidar, içten ve dışarıdan gelen “Örgütle masaya otur” tehdidi altına girmiştir.

* İktidar, dış politikada icazet aldığı ülke adına politika üretirken, Türkiye aleyhine gelişen olaylara, iktidarda kalmak için göz yummaktadır.

* PKK terör örgütünün, saklı iştirakçilerin, medyada kimi yazarların, bazı işadamlarının “İMRALI’YLA GÖRÜŞÜN, “ŞEHİR DEVLETLERİ” söylemleri, şu anda gündeme düşen Ulusal Güvenlik Strateji Siyaset Belgesi’yle ne kadar alakalıdır?

* Acaba iktidar, Türkiye’de yeniden bir devlet modeli mi oluşturmaktadır?

* Amaç, Türkiye’yi kabile, aşiret, cemaat, şehir devletlerine dönüştürmek midir?

7 Nisan 2014 Pazartesi

NORMAL OLMAYANI NORMAL GİBİ KABUL ETMEK

NORMAL OLMAYANI NORMAL GİBİ KABUL ETMEK

  Hatırlarsanız  gezi olayları ile alakalı birçok söylemler oldu,haberler ve medyada farklı farklı algılar oluşturuldu.Birşeylerde terslik vardı ama nerede?Herkes kendine bu soruyu ve buna benzer soruları sordu.Türkiyede bir başbakan herşeye karışıyordu.İnsanların özel hayatına müdahale ve toplum mühendisliği yapıyordu.Bundan evveliyatı vardı aslında,sigara yasakları,içki ve alkol tüketimi ile alakalı düzenlemeler,kadınların özel yaşamı,Ailenin kaç çocuk doğuracağı vs.vs. buna benzer bir çok topluma baskı öngörüleri,toplumca milletçe birşeylerin normal gitmediğine inanırken bir yandanda
ONE MINUTE diyen bir başbakan nasılda efelendi diye kendi kendimilze övünürken aynı başbakan benim tepkim moderatöreydi diye geri vites yapınca noluyoruz dedik.
   
    Hal böyle iken topluma efe ve kabadayı gibi yaylana yaylana yürüyen ve buranın ağası  benim diyen bir başbakanın hayranı ve tutkunu olmaya veyahut yapay algılamalar empoze edilmeye başlandı,bir dünya lideridir algısı pompalandı,milletçe buna inanalımmı diye düşündük.Çünkü Başbakanın bir dediği bir dediğini tutmuyor,meydanlarda konuştuklarını 1-2 sene sonra demedim diye başka bir söylemle devm ediyordu.
böyle oluncada sanki bir Erdoğan başka bir Başbakan olgusu çıkıyordu meydana,

    Bir yandan inkar edilmeyecek yeni yapıtlar betonlaşmalar bir yandan yol yenilemeleri raylı sistemler iyi yapılan hizmetler,diğer yandan gözümüzle göremediğimiz bizden gizlenen orman ve ağaç katliamları,hepsi birarada giderken yatırım yapılan şehirler İstanbul ve Ankara gözle görülür nitelikte bir değişimemi gitti diye düşünürken,eğitim fiyaskosu çıktı ortaya malesef öğrenciler çocuklar eğitimde tam bir keşmekeşlik getiren sisteme dahil edildi 4+4+4 .
   
    Herşey Türkiye içindi Avrupa Birliğine girme kriterleri içindi,ama yıllar önce o Avrupa birliğine hakaretler savuran orası şer yeridir diyen yine başımızdaki başbakandı.
Avrupa Birliği müzakere sürecini kriterlerini aşama aşama geçeceğiz diye bizlere devamlı bilgi verisi yapıldı. medya bunu hep pompaladı.Gerçek olan şu idi O Avrupa Hristiyan topluluğu zaten söylüyordu "Türkiye bu tutumu ve İslam devleti olması özelliği ile asla Avrupa Birliğine giremez" şimdi soruyorum size bunca çaba niye Bazı Devletlerin gözünü boyamakmı?yada Karanlık odakların ülkemiz içersinde yarattığı yönetme algısındaki kaos planımı,Türkiye bir yandan aşağıdaki müzakere başlıklarına hazırlanırken biryandanda kendini sınıyordu.

3 Ekim 2005  3 temel madde
1- Kopenhag siyasi kriterlerinin istisnasız olarak uygulanması, siyasi reformların derinleştirilmesi ve içselleştirilmesi,

2- AB Müktesebatının üstlenilmesi ve uygulanması,

3- Sivil toplum diyalogunun güçlendirilmesi ve bu çerçevede hem AB ülkelerinin kamuoylarına, hemde Türkiye kamuoyuna yönelik olarak bir iletişim stratejisinin yürütülmesi.

   Türkiye AB yolunda ilerken,bir yandanda kabul olmayan süreçlerede giriyordu.
Demokrasi ve hukukun kaybolduğu,baskının ve baskı realitesinin getirmiş olduğu ters orantıyı halka öyle empoze ettiki başbakan bu algı yöntemi ile milleti kendisine daima haksızlık yapan bir karşı olguyu hedef gösterdi.Bu algılatma psikolojisini iyi yapıyordu.Nitekim 17 Aralık operasyonları ile herşey günyüzüne çıkmaya başladı.Birilerinin gerçek ideolojisi günyüzüne çıkıyordu.
   
    Bir yandan camia bir yandan hükümet birbirlerine atıf yapar gibi Türkiyede acayip ve görülmemiş sahneler yaşatıyordu.Türkiye Yüzyılın Yolsuzluk Ve Rüşvet operasyonu ile sarsıldı.Adeta 9,99 luk deprem etkisi oldu.Türkiyede 4 bakan bir iranlı acem uşağının
elinde oynattığı piyon olmuştu sanki,Gencecik İranlı çocuk üstelik burada birde ebru kızımızı aldı enişte oluyor,ve dünyanın parasıyla oynuyordu,bakanlara bağış yapıyor,Üst kademedeki bürokraklara hediyeler alıyor,bağış yapıyor yine bağış yapıyordu.Bu bağışlar bitmek bilmiyordu.

  Türkiye geneline yayılan bu bağışlar işbankası genel müdürü ile patlak verirken olay çok vahim yerlere doğru uzanıyordu.Malesef Türkiye 2002 deki halkın bıktığı hortumcuların başka bir versiyonuna virus hastalığına yakalanmıştı.Rüşvetttttt
 
    Türkiye rüşvet skandalı ile kendi kendini sınadı adeta, işadamları sanayiciler sanki rüşvet vermek için sıraya girmiş İstanbul ve Türkiyedeki bazı araziler ve yerler peşkeş çekilmişti.Bunlarla yüzleşmeye hazırlanırken yukarılardan biryerlerden bunların düzmece olduğu,görüntü ses kayıtlarının montaj olduğu ve santaj olduğu millete anlatılıyordu.Adeta seferberlik başlamıştı il il şehir şehir dolaşılıyor bunlara inanmayın bunlar sizi kandırıyorlar deniliyordu,Üst üste savcı ve hakimlerin emniyet müdürlerinin yerleri değişiyor,belli bir kitle hedef alınıp topluma kin ve nefret tohumları aşılanıyordu

    Oysa bunları böyle yapmaya gerek varmıydı?Kesinlikle hayır montaj diye iddia ettiğin tapeler ve ses kayıtları görüntülerin sahte olup olmadığı bilirkişi uzmanlarına gerekli kurumlara gönderilir, bu olay hemen çözülürdü.Hiç de öyle yapılmadı bunlar düzmece montaj dendi ve öylece halka yutturuldu gibi bir olay oldu.Ya halk yuttu,yada yutar gibi yaptı.Bunu zaman gösterecek.Çünkü gerçekten normal olmayan şeyler normal olmaya başladı,insanlar ahlaki değerlerini sınar hale geldi.Çalmanın çırpmanın sanki çok doğru ve normalmiş gibi olması halk arasında konuşulmaya vede kendi aralarında forum oluşturmaya kadar gitmesi hiç de normal değildi.Çünkü halk; çalarsa onlar çalsın başkası çalmasın  imajını yarattı.Sanki diğerleri gelse çalmayacakmı?olgusu oluştu.Yahu 1 dakika
neler oluyor?neler söyleniyor?bu millete ne oluyor? demeye başladık

      Çünkü Türkiye tarihinde ilkler yaşanıyordu,ahlaksızlık ortamı normal birşeymiş gibi algılanıyor ve Yerel yönetimlere ve Devlet kadrolarına gelen seçilmişler çalma çırpma için geliyordu algısı had safhaya çıkmıştı.Ve istiklal mücadelesi seçime yansıdı.Halk sandıkta azda olsa istenilen sonucu göstermek için çabaladı,ama sanki yine biryerlerde eksiklik vardı.%44.9 yerel seçim genelleme oranı başbakanı her nekadar tatmin etse gibi görünsede çaktırmıyordu.Son derece tehlikeli bir rakam bir önceki genel seçim oranının altında bir rakamdı % 51 lik bir orandan aşağı gerileme vardı.Bunu okuyamayan AK parti seçmeni kendini görevimi yaptım diye teselli ediyordu.Başarı naraları atıyorlar,en azından yerel yönetimler olarak başarılarının tadını çıkarıyorlardı
    Ama gerçekler ortada rakamlar ortada üstelik kürtlerin desteği istanbulda tartışılmaz bir unsurdu işin sırrı olan sırrı süreyya gibi %44,9 lik oranın içinde sırrıının hdp side iş görmüştü.hal böyle iken ileriye yönelik neler olacak daha çoook şeyler göreceğiz.

Neyse konuyu fazla dağıtmayayım
Ana başlık neydi?  NORMAL OLMAYANI NORMAL GİBİ KABUL ETMEK

Evet bu ülkede normal olmayan şeyler normal gibi kabul edildi.
birde şunu hatırlatayım belli bir kitlenin ileri sürdüğü denilen tapeler ve ses kayıtlarına montajdır sahtedir bunlar diyenler Suriye ile alakalı güvenlik toplantısının ses kayıtlarını sızdıran yine aynı kitlenin bu durumuna sızdırdığı iddia edilen tape için ses kaydı için hiçde sahte veya montaj demedi.Gerçek olduğunu kabul etti yani
ÇOK TUHAF DEĞİLMİ? :))

saygılarımla
Erkan MACİT
7-4-2014

5 Nisan 2014 Cumartesi

TANTAN EFSANESİ 3.BÖLÜM

Yılmaz, Tantan`ı gözden çıkardı
ANAP`ta ipler geriliyordu. Bakanların ve milletvekillerinin kendisine cevap vermesine alışık olmayan Yılmaz, hedef tahtasına yine Tantan`ı oturtuyor "Partimizin üzerinden kişisel çıkar sağlamak ve reklamını yapmak isteyenler var. Bunlara sesleniyorum. Düşün artık yakamızdan" diyordu. Yılmaz, ANAP İstanbul İl Kongresi`nde bu sözleri söylerken, muhatabı olan Tantan ise, salonu terk ediyordu. Az konuşmasıyla bilinen Tantan`ın sayılı da olsa verdiği cevaplar partide ve ülkede soğuk duş etkisi yaratıyordu. Gazeteler kabinede büyük bir huzursuzluk olduğunu yazıyor, ilk revizyonda Tantan`ın görevden alınacağınıiddia ediyordu. Bu artık saklanamaz bir gerçekti. Yılmaz`ın olduğu yerlerde Tantan bulunmak istemiyor, Tantan ve Yılmaz`ın olduğu her yerde ise, soğukluk hissediliyordu. Partinin önde gelen isimlerinin "uzlaşma" çağrıları ise sonuçsuz kalıyordu. Yılmaz, Tantan`I artık gözden çıkarmış, yeni bakanı kendi kafasında biçimlendirmişti. . Tantan ise "tasfiye" edileceğini anlamıştı. Bu, grup toplantılarında ve meclis kulislerinde yalnız bırakılmasından da anlaşılıyordu. Tantan`a adeta "vebalı" muamelesi yapılıyordu.

Ancak Tantan, partinin tabanından büyük bir destek alıyordu. Çünkü partinin yıpranan imajında, Yılmaz`ın büyük payının olduğu iddia ediliyordu. ANAP`ın sürekli olarak yolsuzluk dosyalarıyla gündeme gelmesi, partilileri rahatsız ediyordu. Parti içi muhalifler ise Yılmaz`a bayrak açmaya hazırlanırken, kongre öncesi bu güçlü ismi yanlarında görmek istiyordu.

İki ay sonra yapılacak olan kongrede muhtemel bir başkan adayını karşısında görmek istemeyen Yılmaz ise, koltuğa oturduğu günden itibaren "operasyonlar"la gündeme gelen Tantan`a karşı operasyon yapma hazırlığına girişiyordu.

Ancak Yılmaz operasyonu yapmadan Önce, yanlış bir adım atmamak için "çevre"yi kontrol ettiriyor, Tantan`ın genel kurulda aday olup olmayacağını öğrenmesi için Mehmet Keçeciler`e görev veriyordu. Keçeciler, Sabah Gazetesi`nden Yavuz Donat`a yaptığı açıklamada Sadettin Tantan`la görüştüğünü doğruluyor, bakanın böyle bir niyetinin olmadığını anlatıyordu.

Ancak Yılmaz, yine de işi şansa bırakmıyor, Tantan`ın tasfiye sürecini hazırlıyordu. Partide "karşı çıkma" geleneğinin oluşmasını istemeyen Yılmaz, tabanın da desteğini alan bu güçlü isme karşı "Tırpan Operasyonu"nu gerçekleştiriyordu.

Plana göre, kabinede rotasyon gerekçesiyle bazı bakanların yerleri değiştirilecek, Tantan da Gümrüklerden Sorumlu Devlet Bakanı olacaktı. Tantan`ı kurnazca kızağa çeken Yılmaz, hem partiye, hem halka iki mesaj veriyordu: Görevden almadık, görev yerini değiştirdik.

Sadettin Tantan`ı yakından tanıyan ANAP genel başkanı, İçişleri Bakanı`nın bu tutum karşısında görevde kalmayacağı ve istifa edeceğini de biliyordu. Ancak sorumluluğu kendi üstünden atıyordu: Çünkü; kendisi Tantan`a görev vermiş, ancak bu görev kabul edilmemişti…

Tabi sonra Herşey Yılmaz`ın istediği gibi olmuştu Tantan görevi kabul etmemiş hem partisinden hemde bakanlık görevinden istifa etmişti.Yılmaz`da "Ben Görevden almadım kendi yeni görevini beğenmedi imajı yaratmıştı"

Sonra Tantan kendi kurmayları ile beraber yurt partisinde genel başkanlığa seçildi ve 3 Kasım seçimlerinde barajı bir çok parti gibi geçemedi. Tantan hala Yurt partisi genel Başkanlığını sürdürüyor......

alıntıdır...

TANTAN EFSANESİ 2.BÖLÜM

Tapınak Şövalyeleri

    Kamuoyu şaşkındı. Yurdun dört bir yanından operasyon haberleri geliyor, polis elini nereye atsa, bir yolsuzluk dosyası çıkarıyordu. Tantan ise, tüm bunlara rağmen yine sessizliğini bozmuyor, konuştuğu nadir anlarda ise, şifreli mesajlar veriyordu.

Bunlardan biri de Tapınak Şövalyeleri`ydi. Tantan, operasyonlar sırasında kullandığı bu deyimle, yeni bir tartışma başlattı. Tapınak Şövalyeleri, Avrupa`da Ortaçağ döneminde kurulan saygın isimlerin oluşturduğu çıkar çevresiydi.

Tantan, bu mesajıyla operasyonun "yukarılara" doğru çıkacağının güçlü bir mesajını daha veriyordu. Öyle ki, Tantan yine bir operasyon öncesi, "Yıllarca bu kişilerin önünde düğmelerimizi iliklemiş, saygı göstermişiz" ifadesini kullanıyordu.
İçişleri Bakanı, bu sözleriyle çıtanın daha da yükseleceğinin işaretini veriyordu.

Çıkar çevreleri ise rahatsızdı. Tantan`ın başlattığı operasyonlar, yıllarca soygun düzenini kuran ve yürütenleri rahatsız etmişti.

Ancak Tantan bunlara kulak tıkıyor, polise yeni emirler veriyordu. Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Daire Başkanlığı`na bağlı polisler, yine Bursa`da Kartal, İzmir`de ise Balina operasyonlarını gerçekleştirdi. Bu operasyonlarda, 16 trilyonluk sahte vergi iadesinin alındığı tespit edildi.

Operasyon rüzgarı büyüyor, ``Kasırga``ya dönüşüyordu. Batık bankalardan Egebank`a yönelik gerçekleştirilen operasyonda 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel`in yeğeni ve bankanın eski sahibi Murat Demirel gözaltına alınıyordu.

Kamuoyuna "Bu kadar da olmaz" dedirten operasyonda ortaya çıkan maliyet ise korkunçtu: 750 trilyon lira, of-shore hesabı adı altında yurt dışına kaçırılmıştı.
Yine bu operasyon çerçevesinde, Türkiye`nin ünlü reklamcılarından Nail Keçili de Murat Demirel`le aynı kaderi paylaşıyordu.

"Kasırga" dinmiyor, aksine, ikincisi geliyordu. Hedef bu kez, Sümerbank`tı. Yine batık banka olan Sümerbank`ın sahibi Hayyam Garipoğlu ve 35 arkadaşı sorgulandıktan sonra, ortaya maliyet çıkartılıyordu. Yöntem de, kaçırılan para da aynıydı: Off-shore… 750 trilyon.

Türkiye`nin en ünlü isimlerinin kolunda Kaçakçılık Dairesi`nin polislerini gören kamuoyu ise, gelişmeleri merakla izliyor, Tantan`a sempati besliyordu. Bunda, Yurtbank ve Bank Ekspres`e yönelik gerçekleştirilen operasyonların payı da çok büyüktü. Ali Balkaner ve Korkmaz Yiğit`in tutuklandığını gören kamuoyu, geleceğe ve temiz Türkiye`ye olan inancını daha da büyütüyordu

Günler günleri kovalıyor, operasyonların ardı arkası kesilmiyordu. İnter Gıda Şirketi`ne yönelik yapılan ve Türkiye`yi bir kez daha sarsan "Buffalo" ise, yolsuzlukları unutturmuyordu. Halka yıllarca kaçak ve sağlıksız et yediren şebekenin tüm yönleriyle deşifre edilmesi, yolsuzluğun boyutlarının ülkeyi sardığının en açık göstergesiydi. Kaçak etleri yıllarca ülkeye sokan şebeke, 500 trilyonluk yolsuzluk yapmıştı.

Sonun başlangıcı: Beyaz Enerji Operasyonu
Operasyonlar sürdükçe, ülkenin üstündeki "Sis" perdesi de kalkıyordu. 14 kişinin gözaltına alındığı operasyona yine polisler isim vermiş, "Sis"i uygun bulmuştu. Şeker fabrikalarından ihraç kaydıyla aldığı şekerleri, sahte belgelerle ihraç etmiş gibi gösterip iç piyasaya sürdüğü belirlenen sanıklar 10 trilyon kazanmıştı.

Paraşüt, Hayal, Serhat, Kartal… derken bir de "Fırtına" kopmuştu. Bu operasyon ise, Antalya`da M-Oil Bölünmez A.Ş ve Ray Denizcilik Şirketi`ne yönelik yapıldı. Şirketin sahibi Süleyman Bölünmez ve 14 arkadaşının tutuklandığı operasyonda, iki firmanın iç piyasaya sürdüğü akaryakıtı, "ihraç etmiş" gibi gösterdiği anlaşılmıştı. Operasyon, şirketin gemisinin fırtınada batmasının ardından başladığı için, bu isim uygun görülmüştü. 

Türkiye`nin dört bir yanında başlayan ve süren operasyonlara her gün bir yenisi eklenirken, Ankara`da başlayan bir operasyon, Tantan`ın "gidişi"ne kadar uzanacak yeni bir sürecin habercisiydi.

Bu operasyonun adı Beyaz Enerji`ydi. Jandarma Genel Komutanlığı Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Başkanlığı`nın imza attığı operasyon, hükümet içinde fırtına kopardı.
Enerji Bakanlığı`ndaki ihale yolsuzluklarına yönelik olarak gerçekleştirilen operasyonda, eski bakanlardan Birsel Sönmez`in de aralarında bulunduğu dokuz kişi gözaltına alındı.

Gözaltı işlemini jandarma gerçekleştirmiş, ismini açıklamayan bir komutan ise, "Düğmeye biz bastık. Bu olay PKK ile mücadele kadar önemlidir. Bundan böyle pisliğe rüşvete karışan kim varsa üzerine gitmekte kararlıyız" demişti.

Jandarmanın Ankara`nın göbeğinde operasyon yapması ve bundan hükümette bulunan Mesut Yilmaz`ın haberinin dahi olmaması, sinirleri germişti. Yılmaz`ın çok önem verdiği Mavi Akım da dahil olmak üzere Enerji Bakanlığı`nın yaptığı tüm ihalelerin mercek altına alınmış olması, ANAP`ta huzursuzluk yaratmıştı

Yılmaz`la ipler geriliyor
Gözaltındakilerin sorgusu sürerken, kimliği açıklanmayan bir jandarma komutanının Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Cumhur Ersümer`I kast ederek, "Üstünü çizin" dediğinin iddia edilmesi ise, bardağı taşıran son damla oldu.

Artık gözler, askerlere, Yılmaz`a ve Tantan`a çevrilmişti. Ersümer, "Verilemeyecek hesabım yok" derken, Yılmaz ise, yakınındaki milletvekillerine Tantan hakkında suçlayıcı konuşmalar yapıyordu.

Yılmaz, Tantan`ın bu operasyonda pasif kaldığını, kendisine bağlı jandarmadan hesap soramadığını söylüyordu. Böylece, ilk huzursuzluk da açığa çıkmaya başlıyordu.
Jandarma bir yandan TEDAŞ`ta yapıldığı öne sürülen yolsuzluğu araştırırken, bu kez BOTAŞ`a yöneliniliyordu.

Yılmaz`ın bu suçlamalarına cevap vermeyi tercih eden Tantan, operasyonun bilgisi dahilinde geliştiğini iddia ediyordu. Milliyet`ten Fikret Bila`ya konuşan İçişleri Bakanı, "Bu tür soruşturmalarda gizlilik esastır. Ancak belli bir aşamaya gelince bakana, başbakana ve yardımcısına haber verilir" diyordu.
Bu tarz bir siyasete alışık olmayan Yılmaz ise, rahatsızlığını açıkça dile getiriyordu.

"Beyaz Enerji Operasyonu" ülkede yeni bir kriz yaratmıştı. Soruşturmayı yürüten Ankara DGM Savcısı Talat Şalk, IMF ve Dünya Bankası`ndan konuyla ilgili belge istemesi ise, Ecevit`ten tepki görmüştü. Başbakan Ecevit, "Savcı yetkisini aştı. Devletin saygınlığına gölge düşürdü" dedi. Şalk ise bu suçlamaya, "Ben özgürüm" yanıtını verdi.

Türkiye gündemini uzun sure meşgul eden "Beyaz Enerji" ANAP`ta Yılmaz ile Tantan arasındaki iplerin kopmasına sebep olmuştu. Yılmaz, yaptığı basın toplantısında, askerin operasyon yapmasına izin verenleri ve destekleyenleri suçluyor "Askeri yönetim özlemi mi var? " diye soruyordu.

Artık Tantan açıkça hedef tahtasındaydı. Çünkü gözaltına alınan bürokratlar, Enerji Bakanı Cumhur Ersümer aleyhine de ifade vermiş, Ersümer zor durumda kalmıştı. Ve tüm bunlar ANAP hükümet ortağıyken oluyordu. Yılmaz`ın kabul edemediği nokta da burasıydı.
Tantan`a kızgınlığının sebebi açıktı.

Öte yandan siyasi alanda bu tartışma sürerken, iddialar ise dudak uçuklatıyordu. Yapılan enerji santrali ihalelerinde, devletin 5 milyar dolar zarara uğratıldığı öne sürülüyordu.

Soruşturma derinleştikçe, Cumhur Ersümer üzerinde yoğunlaşılıyordu. Ersümer bunun üzerine istifa ediyor, yargı önüne çıkmak istediğini söylüyordu.

Süreç, iyice karmaşıklaşmıştı. Tantan bir yana, Ersümer,Yılmaz ve ANAP ise bir yana düşmüştü. Ersümer`in koltuğundan olması ve istifa etmek zorunda kalmasının sebebi olarak Tantan gösteriliyordu. Öyle ki; Mesut Yılmaz bir toplantıda Tantan`I kast ederek, "İçimizde hainler var" bile demişti. Tantan`ın yanıtı ise sertti: "Ben halkın hizmetindeyim. Kişi ve kurumların hizmetinde olan idarecileri kınıyorum."



TANTAN EFSANESİ

    
SADETTİN TANTAN

                                 Bir polis şefinin korkusuzca nasıl savaştığını göreceksiniz...
   
   Türkiye`nin sancılı bir süreçten geçtiği dönemde, 1970-80`li yıllarda, bir polis şefi, suç örgütlerine göz açtırmamakta kararlıydı
Bu isim Sadettin Tantan`dı. Silah kaçakçılarının, mafyanın ve yasa dışı örgütlerin korkulu rüyası haline gelen genç polis müdürü, emekli olduktan sonra, bir süre de Güreş Federasyonu Başkanlığı yaptı. Tantan, spora olduğu kadar, siyasete de tutkuluydu.

Bu tutkusu hiç bitmedi. Yıllar sonra, ismini yeniden duyurdu. Ancak bu kez güreş meydanında değil, siyaset meydanındaydı. Tantan, ANAP`tan Fatih Belediye Başkanı olmuş, yeni hizmetler için start vermişti.

Partisinden biraz da bağımsız bir çizgi izleyen Tantan`ın, tarihi Balat evlerini kurtarma çabası, tüm kesimlerin takdirini kazanmıştı. Ancak tüm bunlara rağmen Fatih, Sadettin Tantan`a dar geliyordu. Bilgi birikimi, yönetme yeteneği, siyasete ve hizmet etmeye olan tutkusu, onun yeni denizlere yelken açmasını da beraberinde getirdi. İşte Tantan`ın Fatih Belediye Başkanlığı`ndan İçişleri Bakanlığı oradan da Yurt Partisi Genel Başkanlığı`na uzanan öyküsü:

İstanbul`a niyet, Ankara`ya kısmet
Türkiye, 17 Nisan 2000 genel seçimlerine hazırlanırken, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı için de kıyasıya bir mücadele sürüyordu. Bu mücadelenin kıran kırana geçtiği bir de Anavatan Partisi`ydi.

Anavatan Partisi, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı için aday belirlemekte zorlanıyordu. Çünkü, bir yanda milletvekili ve Bakırköy Belediyesi eski Başkanı Ali Talip Özdemir, bir yanda ise eski polis şefi, o dönemin başarılı Fatih Belediye Başkanı Sadettin Tantan vardı.

ANAP içinde tarafların kulis faaliyetleri sürerken, partinin Genel Başkanı Mesut Yılmaz`ın tercihinin Ali Talip Özdemir`den yana olduğu hissedilmeye başlandı. Tantan`ın, Yılmaz`la başkan adaylığı için yaptığı görüşmelerden ise olumlu bir sonuç çıkmadı.

Ancak, zaman Tantan`ın lehine ilerledi. Yılmaz`ın sunduğu, Tantan`ın da kabul ettiği plana göre, Ali Talip Özdemir İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı`na, Sadettin Tantan ise, İstanbul Milletvekilliği`ne aday olacaktı.

Seçimler öncesi ANAP`ta varılan bu uzlaşma, çalışmaları daha da hızlandırdı. Tantan, kamuoyu önüne 1970`li yıllarda yürüttüğü polislik görevindeki "başarı"larıyla çıktı. Yürütülen kampanya sonucu, genel seçimler sonrası, bavulunu topladı ve Ankara`ya hareket etti. Artık, İstanbul Milletvekiliydi.

Yılmaz " Yücelen ", Ecevit " Tantan " diyor
Sadettin Tantan, uzun yıllardır yaşadığı İstanbul`dan Ankara`ya gelirken, parlamentoda yaşayacaklarını belki tahmin bile etmiyordu. Çünkü, Ankara`da hayli karışık bir siyasi atmosfer vardı. Ne kurulacak hükümet belliydi, ne de nasıl bir politika izleneceği.
Ancak Tantan`ın kafasında herşey netti. Göreve hazırdı. Çünkü, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı adaylığından vazgeçmesi için süren ikna görüşmelerinde, "yeni oluşturulacak hükümette daha büyük görevlere hazır olmalısın" mesajı verilmişti.

İşte bu yüzden, Tantan koalisyon çalışmalarında ön plana çıkmadı ve genel başkanının talimatını bekledi. Türkiye Cumhuriyeti`nin 57. Hükümeti kurulurken, ANAP Genel Başkanı Mesut Yılmaz, DSP-MHP-ANAP hükümetine sunduğu bakanlar listesinde karar kılamıyordu. Bir yandan Tantan`a yapılan telkinlerin sonucunu düşünüyor, bir yandan da tam uyum içinde çalışacağı kadroları tespit etmeye çalışıyordu.

Yılmaz, tüm bakanlıklarda karar kılmıştı. Ancak, İçişleri Bakanlığı`nda kararsızdı. Kafasında, bu bakanlık için uygun olan tek bir isim vardı: Rüştü Kazım Yücelen.
Yücelen, Yılmaz`ın uzun yıllardır birlikte çalıştığı, güvendiği bir isimdi. Ancak, Ankara`daki dengeler, siyasi manevralar Yılmaz`ın bu hesabının bozulmasına sebep oldu. Çünkü, koalisyon ortağı Bülent Ecevit, İçişleri`ne en uygun isim olarak Sadettin Tantan`ı önermişti. Ecevit Tantan`ın polis şefi olduğu dönemleri biliyor, dürüstlüğüne güveniyordu.

Ayrıca, genel seçimler öncesi, olası bir ANAP-DSP ortaklığında, Ecevit`in İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı için kafasında belirlediği kişi de yine Tantan`dı.

Tantan bakanlık koltuğunda
Artık Tantan için bakanlık günleri başlamıştı. Şimdiye dek hep emrinde olduğu polis teşkilatı da Tantan`ın yetki alanı içindeydi. "Başarılı polis şefi" artık hem teşkilatı yönetecek, hem de uzun yıllardır beklediği görevin hakkını vermeye çalışacaktı.

Tantan, çiçeği burnunda bir bakanken, polis teşkilatını yeniden biçimlendirmeye çalıştı. Bazı görevlere, kendisine yakın isimleri atadı. Tantan`ın bu girişimi, "Mehmet Ağar ekibi tasfiye ediliyor" yorumlarına sebep oldu. Yeni bakan, bu konuyla ilgili hiç konuşmadı. Zaten ketumdu. Konuşmayı sevmez, konuştuğunda ise, şifre ve simgelerle mesajlar verirdi.

Sadettin Tantan, polis teşkilatına çok önem veriyordu. Teşkilattaki kirlenmenin farkındaydı. Bu yüzden meclisteki ilk çalışması, güvenlik güçlerinin yaşam koşullarının iyileştirilmesi için yasa tasarısı sunmak olmuştu. Teşkilat da Tantan`a güveniyor, özellikle genç polisler bu güvenini sık sık ifade ediyordu.

Tantan bir yandan teşkilatla uğraşıyor, bir yandan da suç örgütlerine karşı mücadele başlatmaya hazırlanıyordu. Yakın çevresine, sık sık "Türkiye`nin geleceğini çalıyorlar" dediği çıkar çevrelerine karşı başlayacak olan savaşa hazırlıklı olmalarını söylüyordu. Zaten emniyette yaptığı yeni atamalar da bunun içindi. Tantan, böylesi bir "çıkar grubu"na karşı, güvendiği bir ekiple savaşmak istiyordu.

Kabinede Tantan`ın bulunmasını isteyen, sadece Ecevit değildi. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel de Yılmaz`la yaptığı bir görüşmede, Tantan`ın İçişleri Bakanlığı için en uygun isim olduğunu söylüyordu. Ancak Yılmaz, bu telkinlere rağmen, oluşturduğu listeye, cumhuriyet tarihinde belki de ilk kez , bir bakanlık için iki isim yazıyordu: Rüştü Kazım Yücelen ve Sadettin Tantan.
Yılmaz, iki isim üzerinde bir türlü karara varamamış, takdiri Demirel`e bırakmıştı. Demirel ise, kabineye onay verdiğinde, tavrını Tantan`dan yana koymuştu

Operasyonlar birbirini izledi
Ankara`nın siyasi kulislerinin dışında kalmaya ve görevini yapmaya çalışan Tantan, başlatacağı operasyonların kusursuz yürümesini istiyordu. Çünkü, en küçük bir şüphe bile inandırıcılığını kaybettirir, işleri zora sokardı. Tantan, bunun bilincindeydi. Bu yüzden, tüm yolsuzluk dosyalarını bizzat inceliyordu.

Tantan, yapılacak operasyonların ayrıntılarını kadrosuyla birlikte ortaya çıkardı ve moda deyimle "düğmeye bastı." İlk operasyon, Gaziantep`in tanınmış işadamlarından Yasin Altınbaş`ın sahibi olduğu Altınbaş Holding`e yönelikti. . Operasyon bir süre gizli tutuldu. İlişkilerin açığa çıkarılması için basından ve kamuoyundan gizlendi. Ancak gazeteciler, operasyonla ilgili ilk bilgilere ulaştı. Tantan buna rağmen ayrıntı vermedi ve bundan sonra gelişecek operasyonların da sinyalini yaktı. Tantan gazetecilere, "Yukarıya bakın" diyordu. Operasyonun ismini ise gazeteciler koydu: Paraşüt.

Hayali ihracat suçlamasıyla gözaltına alınan Yasin Altınbaş ve 38 adamının sorgulanmaları sonucu, devlet bütçesine 500 trilyonluk katkı sağlandı.

Gaziantep`te başlayan operasyon deyim yerindeyse, Türkiye gündeminin üzerine "düştü." Kamuoyu gözlerini bir anda Tantan ve ekibine çevirdi. Geniş kesimlerin desteğini alan İçişleri Bakanı, bu kez Bursa`ya yöneldi. "Hayal" adı verilen operasyonda ise, Karakoç Tekstil`in sahibi ile 23 kişi gözaltına alındı.

Bu da bir "hayali ihracat" operasyonuydu. Operasyonun devlet bütçesine katkısı ise , 100 trilyondu.

Tantan artık, yurdun dört bir yanındaki çürümeye neşter vuruyor, yolsuzlukların üstüne tüm gücüyle gidiyordu. Uzun yıllardır, siyasi-bürokrat-iş adamı çemberinde sıkışıp kalan polis ise, kendine güvenini yeniden kazanıyor ve elindeki dosyaları tek tek işleme koyuyordu.

Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Daire Başkanlığı`ne bağlı polislerin bu kez durağı Kars`tı. Yapılan operasyona ise, kentin sınırda olması dolayısıyla, polislerce "Serhat" adı konuldu. Kars Köy Hizmetleri`nde ortaya çıkartılan yolsuzluk üzerine 19 kişi gözaltına alındı, 5`I tutuklandı. Kars`tan devlet bütçesine 5 trilyon
kazandırılmıştı.   DEVAM EDECEK........



Saygılarımla
Erkan MACİT
5-4-2014