27 Nisan 2016 Çarşamba

SULTANIN ELEKTRİKLİ ARABASI





Bundan tam 123 yıl önce elektirkli arabanındireksiyonunda olan isim de aracıİngiltere'den sipariş eden de SULTAN II. ABDÜLHAMİD'di..!!

Türkiye, bu sene içinde çevre dostu, hız tutkunu ve yakıt tasarrufu sağlayan ilk elektrikli araçlarıkullanmaya hazırlanıyor, oysa bu otomobillerbundan 123 yıl önce Yıldız Sarayı'nda teker döndürdü bile.

Direksiyondaki isim de aracıİngiltere'den sipariş eden II. Abdülhamid Han.
İlk elektrikli arabalardan biri 1837'de İngiliz Robert Davidson'un ürettiği otomobildi. Sultan Abdülhamid Han'ın bu aracı sipariş ettiği sanılıyor.


Gerekli altyapının oluşması ve yeterli şarj istasyonuna ulaşılmasıyla birlikte ilk elektrikli otomobiller, bu sene Eylül ayından itibaren Türkiye'de yollara çıkmaya başlayacak. Renault, Peugeot ve Mitsubishi arasında 'Türkiye'de ilk aracı ben sunacağım' yarışı yaşanırken, ilk elektrikli aracın bundan tam 123 yıl önceİstanbul'da teker döndürdüğü ortaya çıktı.

Yani aslında ilk elektrikli otomobilindireksiyonuna 1888 yılında Sultan II. Abdülhamid Han geçti, üstelik test sürüşüsırasında bir de küçük bir kaza atlattı.

BAŞBAKAN BİNİNCE ARAŞTIRDI

Sultan II. Abdülhamid Han'ın hayatıyla ilgili bir çalışma hazırlayan gazeteci-yazar Hakan Yılmaz, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın geçen sene (25 Aralık 2010) Başbakanlık Resmi Konutu bahçesinde Türkiye'nin ilk elektrik motorlu seri üretimotomobili olan Renault Fluence Z.E'yi kullanmasıyla bu otomobillerin dünya tarihsahnesine çıkışını merak etti. Araştırması sırasında araçların ilk kez Avrupa'da ve Sultan II. Abdülhamid Han zamanında ortaya çıktığı bulgusuna ulaşan Yılmaz, dönemindeki teknolojik gelişmelere yabancı kalmayan ufku geniş padişahın bu buluşa da duyarsız kalamayacağını düşündü. Bunun için Osmanlı arşivlerine başvuran Yılmaz, Sultan II. Abdülhamid Han'ın Avrupa'dan elektrikli araba siparişiverdiğine dair belgelere ulaştı..!

PADİŞAH İLK SİPARİŞİ VERDİ

Türkiye 135 km hıza ulaşabilen, çevre dostu, sessiz, düşük arıza ihtimalli, en yüksek yakıt desteği sağlayan ilk elektrikli otomobilin heyecanını yaşarken, Osmanlı belgeleri aslında ilk elektrikli arabayı ülkeye getirenin Sultan II. Abdülhamid Han olduğunu ortaya koydu.

 1888 yılında Londra Elçiliği'ne emir veren padişah, İngiltere'den ilk elektrikli arabayı sipariş etti.

Deniz yoluylaİstanbul'a getirilen ilk aracın deneme sürüşünü de dönemin Maliye Bakanı yaptı. Sultan Abdülhamid Han da arabayı Yıldız Sarayı'nda bizzat kendisi denedi. Sultan'ın elektrikli arabayla küçük bir kaza yaptığı da rivayetler arasında.

HALK ARAÇLARDAN KORKUYORDU

Sultan, sayıları az da olsa otomobillerin yurt içine sokulmasında herhangi bir sakınca görmese de dönemin yolları araçların kullanımına pek de hazır değildi.Özellikle Ocak 1904'te İstanbul'daki Alman Konsolosluğu'nda çalışan bir memurun Almanya'dan elektrikli otomobil getirmeye çalışması ortalığı birbirine kattı.

Beyoğlu Mutasarrıflığı'na gelen talep Zaptiye Nazırlığı'na iletildi. Ancak nazırlığın net bir yanıtı yoktu; çünkü o güne kadar gönüllü olarak izin verilmeyen bu araçlara müsaade edilmesi halinde bunun yabancılardan gelecek benzer taleplere kapı açmasından endişe ediliyordu.

 Alman Sefareti'ne gönülsüzce verilen iznin ardından bir yıl sonra bu kez de İzmir'deki Fransız Konsolosluğu, Marsilya'dan 3 adet araç istetti. Ancak bu talebe tek bir şartla olumlu yaklaşıldı:

'Bu araçlar şehir ve kasaba dışında kullanılacak.' Çünkü klasik at arabalarınaalışmış, daha önce böyle bir taşıtla tanışmamış olan halk, önlerine hızla çıkan buotomobilleri görünce büyük bir şaşkınlık ve korku yaşıyor, bu da sıklıkla kazaların yaşanmasına yol açıyordu.

MÜHENDİSLERE OSMANLI NİŞANI

Teknoloji alanındaki her türlü gelişmeyi destekleyen Sultan II. Abdülhamid Han, elektrikli arabaları geliştiren şirketleri mükâfatlandırmayı da ihmal etmedi.

Sultan, Aralık 1900'de Almanya Achen'deki bir otomobil fabrikasında çalışan mühendislerden Mösyö Herman Blum'e 5. rütbeden Mecidi Nişanı ile 1 yıl sonra Aix-la-Chapelle Otomobil Fabrikası Müdürü Mösyö Ashof'a 4. rütbeden Osmanlı Nişanı verilmesini emretti.

İşte o tarihi yazışmalar

Londra Sefareti'nin (Elçilik) 12 Mayıs 1888 tarihinde Osmanlı Devleti'ne cevaben yazdığı mektupta (ilk belge) şu ifadelere yer veriliyor:

'Padişah için sipariş edilen ve önceden denemesi yapılmış olan elektrikliarabanın on beş- yirmi gün önce deniz yoluyla İstanbul'a gönderildiği... Yine önceden denemesi yapılmış elektrikli sandal tadîlâtının henüz bitirildiği ve tarafımdan da ikinci kez denemesinin yapıldığı... Hareketinden kaynaklı olarak çarkından çıkan sesin ise, zaman geçtikçe makinelerin kullanımıyla kaybolacağının düşünüldüğünün imâlâtçısı tarafından bildirildiği... Bu durumların iletilmesinde acele edildi. Bu konuda emir ve ferman padişahımızındır.'

DURUM PADİŞAHA İLETİLİYOR

Londra Elçisi'nin yazısı üzerine Maliye Bakanı, durumu Sultan II. Abdülhamid Han'a 'Hazîne-i Hâssa-ı Şâhâne' başlıklı bir yazıyla (ikinci belge) şu şekilde iletiyor:

'Padişah için sipariş edilen ve önceden denemesi yapılmış olan elektrikliarabanın on beş-yirmi gün önce deniz yoluyla İstanbul'a gönderildiği...

Yine önceden denemesi yapılan elektrikli sandalın ise tadîlâtının henüz yapıldığı... Tarafımdan da ikinci kez denemesinin yapıldığı?.

 Bu hususun Londra Sefareti'nden gelen ve ekte sunulan 12 Mayıs 1305 tarih ve on dört numaralıyazıda gösterilmiş olduğu arz olunur.


 Bu konuda emir ve ferman padişahımızındır.' (5 Şevval 1306 / 22 Mayıs 1305 (1888-1889) Hazîne-i Hâssa Nâzırı.

26 Nisan 2016 Salı

Kaşif Kozinoğlu ve Sırları..!




Kozinoğlu'nun, 10 Mart 2011 günü Savcı Zekeriya Öz'e verdiği ifadesinde, 

"Eylül 2010 yılında yeni Müsteşarımız Sayın Dr. Hakan Fidan'ın talimatıyla Baş Müşavir olarak Asya Bölgesi’ne atandım" sözleri ile Aydınlık'a mektubunda "Hakan Fidan'ın MİT'in başına geçmesiyle MİT'in kapılarının Fethullahçılara açıldığı"nı söylemesi arasındaki tuhaflıklar MİT'çilerin açıklamalarına ne kadar güvenilebileceği sorusunu akla getirse de, mektuptan, aslında kamuoyu açısından yeni olmayan bilgilerin çoğunluğu oluşturduğu yayımlanmış bölümleri aktarıyoruz.

Kozinoğlu mektubunda, Fethullah Gülen cemaatinin Türkî Cumhuriyetler olarak anılan ülkelerdeki örgütlenmesi, cemaatin hiyerarşisi ve işleyişi, MİT-CIA-cemaat bağlantıları, Hakan Fidan ve MİT'te yeni dönem, Abdullah Gül-Tayyip Erdoğan-Fethullah Gülen ilişkileri, AKP'ye kapatma davası, Mehmet Eymür ile Gülen cemaati ilişkileri, Eymür'ün "Ergenekon tertibi"ndeki rolü gibi konular öne çıkıyor.
Kozinoğlu, el yazısıyla yazdığı mektubunun 16 Kasım tarihli Aydınlık gazetesi nüshasında yayımlanan ilk bölümünde, yurt dışında özellikle de Türkî Cumhuriyetlerdeki Fethullah Gülen'e bağlı okulların ABD ve CIA ile bağlantılarını anlatıyor ve şöyle yazıyordu...



1) Özbekistan, Rusya Federasyonu ve en son Türkmenistan, Fethullah Gülen okullarını hangi gerekçe ile kapatıyorlar? “İrticai faaliyetler!” Görevlilerden bir kısmı da anılan ülkelerdeki bağımsız mahkemelerde yargılanıp hapis cezası alıyor. Diğer kısmı söz konusu ülkeden kovuluyor.

2) Rusya Federasyonu anılan okulları kapatırken bir tespit yapıyor. Basına yansımıştır anılan tespit: “Söz konusu okulların ABD adına istihbari faaliyet gerçekleştirdikleri ve anılan okulların ABD’li istihbaratçıların barınma yuvaları olduğu…”

3) Anılan okulların faaliyet göstermesi için çok büyük meblağlarda para gerekmektedir. Anılan para, Türkiye’deki bazı işverenlerin bağışlarından elde edilen paranın çok üzerindedir. Bu paraları ABD vermektedir (N. Veren de benzeri şekilde ifade ediyor.)

4) ABD, bu okulları sadece istihbarat ve barınma bağlamında değerlendirmiyor. ABD’nin esas amacı, “söz konusu okullar sayesinde, İran’ın Asya’daki Fundamentalist akımını engellemek ve dengelemek”.

5) Söz konusu okulların 1. düşmanı İran’dır. Fethullah Gülen hareketi, ABD İran’ı sevmediği için İran’ı düşman bellemiştir. Anılan ülkelerde belirttiğim şahıslar, özellikle okul müdürleri o ülkelere ilişkin raporlarını da belli periyotlarda anılan ülkelerdeki CIA temsilcileri ile paylaşmaktadır. Ayrıca o şahıslar o ülkelerden bayanlarla evlenip o ülkenin pasaportlarını da almaktadır… Nurettin Veren, Fethullah Gülen'in eski başmuavini ve 35 yıllık yol arkadaşı.


Mektubun 17 Kasım tarihli Aydınlık gazetesi nüshasında yayımlanan ikinci bölümünde, Fethullah Gülen cemaatinin Türkî Cumhuriyetlerde bürokrasi ve büyükelçiliklerde nasıl örgütlendiği, büyükelçilikler, THY ve Türk İşbirliği ve Kalkınma Ajansı'nın (TİKA) Gülen cemaatinin ofisleri gibi kullanıldığı, söz konusu ülkelerin Gülen cemaatine karşı nasıl mücadelede verdiği şu şekilde anlatılıyor:
Kırgızistan'da uzun yıllardır ve halen tüm okulların başında olan şahıs Orhan İnandı, aslında Fethullah Gülen'in "Asya İmamı"dır. Kırgız Devleti ile irtibatlı olan esasen odur. Büyükelçiden hiçbir farkı yoktur. TC Devleti de bu şahıs üzerinden Kırgız yönetimi ile irtibat kurmaktadır. Kırgızistan servisi tarafından angaje edilmiştir. Kırgız gizli servisi her adımını bilmektedir. Anılan Kırgız servisine de F. Gülen cemaatini anlatmaktadır. Kırgızlar, F. Gülen'in okullarına muhtaç oldukları için şu an itibarıyla kapatamamaktadırlar. Orhan İnandı'dan elde ettikleri tüm bilgileri, Rus ve Çin servisine aktarmaktadırlar. Aslında Rusya ve Türkmenistan'daki okullar, Orhan İnandı'nın verdiği bilgiler sonrası kapatılmıştır.
Ayrıca Kırgızistan, Kazakistan, Türkmenistan, Azerbaycan, Afganistan, Tacikistan'daki Türk İşbirliği ve Kalkınma Ajansı (TİKA), Türk Hava Yolları (THY), büyükelçiliklerdeki eğitim, ticari, ekonomik, din ve kültür müşavirliklerinin tamamı F. Gülen'ciler tarafından kapatılmıştır. Söz konusu ülkelerde F. Gülen'ci olmadan iş yapmak, ticaret vb. hiçbir faaliyet yaptırılmamaktadır. TİKA-büyükelçilik-THY'nin açık olduğu (faaliyet yürüttüğü) yerlerde okullar ve işadamları bir ekip şeklinde çalışmaktadır. Tüm bu söylediğim gruplar, bu ülkelerde barınabilmek, ülkeden atılmamak için anılan ülkelerin gizli servislerine aynı zamanda verdikleri bilgilerle, Türkiye'yi de parsel parsel satmaktadırlar.
Türkmen Başı'nın ölümü sonrası Türkmenistan Cumhurbaşkanı olan Berdimuhammedov, öncelikle bakan yardımcılığına kadar yükselen, Türkmenistan sayesinde çok büyük paralar kazanan Ahmet Çalık'ı bitirmiş, gücünü elinden almış ve son olarak da F. Gülen'in okullarını kapatarak aslında çok büyük bir maddi damarı da kesmiştir. İşte Rusya Federasyonu'ndan sonra Türkmenistan'da da okulların kapatılması F. Gülen grubunu çıldırtmıştır. Şimdi kesinlikle sıra Azerbaycan ile Kazakistan'a gelecektir. Bu kapatma olayı fakir olmaları nedeniyle en son Afganistan vb. bölge ülkelerinde olur. Özbekistan'dan sonra Türkmenistan’da da bu okullar kapanmasın diye, ABD'nin çok uğraşısı olmuştur. Ancak RF (Rusya Federasyonu), Özbekistan ve Türkmenistan, anılan okulları ülke güvenlikleri ve Nurculuk faaliyeti yapmaları dolayısıyla kapatmaktadır.
Asya'da en yoğun Kırgızistan'da yerleşik durumdadırlar. Özbekistan, F. Gülen faaliyetlerine hiçbir şekilde müsade etmemekte. Yakaladığında ülkeye iade etmiyor, yargılayıp hapse attırıyor. Ancak Özbekistan, her yönüyle bölgenin en önemli stratejik ülkesi olması bağlamında her yolu deneyerek bu ülkeye girmeye çalışmaktadırlar. Özbekler de bunları kısa sürede yakalamaktadır. Özbek İçişleri Bakanlığı'nda Nurculukla mücadele departmanı kurulmuştur (1994). Aynı yıl Özbekler Türkiye'de çeşitli okullarda okuyan tüm talebelerini geri çekmiş ve Özbekistan'daki okullarını kapatmıştır. Dışişleri Bakanlığı mensupları, her şeyi tüm çıplaklığıyla bilmelerine rağmen korkudan bu konuda merkezlerine kripto çekememektedir.
Özbekistan lideri İslam Kerimov'un muhalifi Muhammed Salih, ABD ve F. Gülen organizesi ile Türk topraklarında barındırılmakta, başbakanlık tarafından korunmaktadır. Muhammed Salih'in kızı ile Emine Erdoğan'ın çok yakın bir arkadaşı evlenmiştir. M. Salih, ABD'nin terör örgütleri listesinde yer alan Özbekistan'a muhalif İslami Hareket adlı terör örgütü ile direkt olarak irtibatlıdır ve örgüte para yardımı yapmaktadır.
Mektubun 18 Kasım tarihli üçüncü bölüm yayınında ise Kozinoğlu'nun şu ifadeleri yer alıyor:
Hakan Fidan’ın MİT’e gelişi ile söz konusu okullarda (Fethullah Gülen okullarında) çalışan öğretmenlerden birçok isim MİT'e davet edilmiş ve MİT'te göreve başlamıştır. Emniyet Genel Müdürlüğü gibi MİT de F. Gülen cemaatine mensup kişilerce ele geçirilmek üzeredir.
F. Gülen’in okullarını kapatan ülkelerin “kapatma” nedenlerinin metinleri yayınlanırsa bu F. Gülen için ağır bir darbe olur.
Dünya genelinde 800'e yakın F. Gülen okulu vardır... F. Gülen neden ABD'ye gitti? Cemil Çiçek Adalet Bakanı iken "Türkiye'ye dönebilir" demesine rağmen neden hâlâ Türkiye'ye dönmüyor? Dönecek mi? Dönecekse ne zaman dönecek? F. Gülen, Türkiye'ye dönmeye korkuyor. Ayrıca ABD dönmesine izin vermiyor. ABD ne zaman verirse izni, o zaman döner.
Dışişleri Bakanlığı da F. Gülen cemaati tarafından tamamen ele geçirilmiştir. Kurumları ele geçirirken önce personel departmanını ele geçirirler. Örneğin F. Koru'nun (Fehmi Koru) kardeşi Naci Koru, Dışişleri Bakanlığı'nın personel işlerinden sorumlu müsteşar yardımcısıdır. Daha birkaç yıl öncesinde Şikago Başkonsolosu idi. Bunlar atlaya zıplaya ve hiçbir hiyerarşi dinlemeden gitmektedir. Dışişleri Bakanlığı, cemaatçi olmasa bile F. Gülen'in personelinden korkmaktadır.
Türk İşbirliği ve Kalkınma Ajansı (TİKA), tamamen F. Gülen'in kontrolündedir. Dışişleri Bakanlığı bazı konularda büyükelçileri değil, anılan okulların (Gülen Okulları) müdürlerini ve o ülkenin TİKA sorumlularını muhattap almaktadır. Korkmaları nedeniyle Dışişleri mensupları bu duruma seslerini çıkaramamaktadır. Emniyet Genel Müdürlüğü'nde (EGM) olduğu gibi, Dışişleri'nde de tayin ve terfileri F. Gülen cemaati yapmaktadır. Birkaç ay içerisinde MİT'te de yapmaya başlayacaktır.


Başbakan Erdoğan'ın gizli hesapları

Mektubun Aydınlık'ta bugün yayımlanan bölümü ise, Wikileaks belgelerinde de geçen "Tayyip Erdoğan'ın gizli hesapları"yla ilgili oldu. Başbakan Tayyip Erdoğan’ın İsviçre bankalarında 8 ayrı hesapta yaklaşık 800 milyon dolar parası olduğunu ifade eden Kozinoğlu, bu gizli hesapların belgelerini Alman istihbarat örgütü BND'nin 30 milyon Euro karşılığında İsviçre'de bir banka müdüründen temin ettiğini ve Erdoğan'a karşı koz olarak kullandığını, bu belgelerin ABD istihbaratının da elinde olduğunu ve CIA'nın elindeki bu belgeleri Türkiye'deki kaynaklardan hatta AKP içinden temin ettiğini dile getirdi. Mektubun bugün yayımlanan bölümünde ise, söz konusu belgeleri CIA'ya verenin kimliği Bülent Arınç olarak açıklanırken, Cemil Çiçek, Abdüllatif Şener, Nevzat Yalçıntaş ve Salih Kapusuz'un da Rus istihbaratına Erdoğan ve AKP'ye ilişkin "hassas bilgiler" ulaştırdıkları ileri sürülüyor.





20 Nisan 2016 Çarşamba

Dünya tarihine damga vuran, ilk kahraman kadın ''Türk'' hükümdar; Tomris Hatun



Tomrıs Katun
·         Altıncı yüzyılda Türk’lerin Hükümdarı…
·         MÖ 7. yüzyılda yaşadığı sanılan Saka(iskit)ların kağanı.
·         Yunanlılar ona;’Leydi Origana’ diyor.
·         Türkleri birleştirip Turan birliğini kuran ve Turan kağanı olan Alp Er Tunga‘nın (diğer söylenişi ise Tonga Alp Er) torunudur.


Çok güçlü bir kadın!
Onun çok akıllı, çok kıvrak bir zekâya sahip olduğu biliniyormuş. Savaş oyunlarını iyi biliyormuş.
Savaşın, gücün dışında akıl ile de kazanıldığına inananlardanmış.

Bazı tarihçiler onunla ilgili:

·         Acemlerin tümüne karşı, İran İmparatorluğuna karşı, muhteşem bir zafer kazanmış ve aynı zamanda dünyanın ilk kadın hükümdarı olduğu kabul edilmiş üstün bir Türk kadınıdır.
Diyorlar…

Bazıları:

İran'da da Ahamenid sülalesi hâkim bulunuyordu. Bu sülale zamanında İran orduları birkaç defa Doğuya doğru saldırarak Türklerle savaşmışlardı.
Onlarla savaştı ve onları yendi…
Diyor…

Tomris Katun’nun savaşın sonunda haykırışları bu günlere kadar gelmiş…


Tarihe geçen asıl önemli olayı anlatmak istiyorum.

İranın başında o zamanlar kana susamış, çok can almış, cani bir kral varmış. Kirus
İran orduları, Saka Türkleriyle birkaç kere savaşmış onları yenmişler…
İran hükümdarı Kirus, doğuya doğru gitmiş, Batı Türkistan’ın bir bölümünü ele geçirmiş.
Kirus, sinsi ve hain biriymiş. Gözü Tomris Katun’un topraklarındaymış. O zamana kadar kalleşçe, bir çok oyunlar yaparak çok can aldığı bu topraklarda, şimdi de sinsi bir planla almak istiyormuş.
Tomris Katun’a evlenme teklif etmiş. Haber göndermiş. Evlenelim demiş. Tabi evlendiği takdirde;
Tomris Katun’un tüm toprakları ona kalacak, çok uzun yıllardır baş edemedikleri düşmanları ile baş etmiş, hatta birde onların başına geçmiş olacakmış.
Bu tabi onun planı…
Tomris Katunböyle bir teklfi hemen redetmiş.
İran Hükümdarı, aldığı red cevasından sonra Tomris Katun’a savaş açmış.
Çok kanlı şekilde savaşlar başlamış.
Kirus sadece askerleri ile değil, eğittiği çok vahşi köpeklerle de savaşa girmiş.
Tomris Katun’un savaşçılarının başında oğlu varmış.
Savaş, İran Hükümdarının zaferi ile bitince, Tomris Katun’un oğlu bunu kaldıramamış ve intihar etmiş.
Tomris Katunbu acı olaydan sonra deliye dönmüş. Çok üzülmüş, bir o kadarda kinlenmiş.

Tomris Katun, inanılmaz planlarla sabahı zor etmiş. Sabah savaş kaldığı yerden devam etmiş.
O dönemlerde Türkler:

·         Ok atmakta,
·         At binmekte,
·         Kılıç kullanmakta,
·         Savaş arabalarını kullanmakta çok iyilermiş.

Tomris Katun, savaşı bizzat yönetmiş.
Akıl oyunları karşı tarafın gittikçe güçsüzleşmesine sebep oluyormuş.

Sonunda Kirus yenilmiş. Üstelik bunu canıyla ödemiş.
Türk askerleri, onun cansız bedenini Tomris Katun’a getirmişler.

Tomris Katun, kimsenin beklemediği bir şey yapmış, onun kafasını kılıcı ile gövdesinden ayırmış.

Kan dolu bir fıçının içine elindeki kafayı atmış.
Bağırmış.
Onun sesi yerde, gökte çınlamış.

Hayatında kan içmeye doymamıştın. Şimdi kana - kana iç!”



Kaynak:  Nazan Şara Şatana

14 Nisan 2016 Perşembe

27 MAYIS'TA TSK'NIN İÇİ BOŞALTILDI!



Peki 27 Mayıs'a niye devrim derler ?

Darbenin ardından , Genelkurmay Başkanı dahil olmak üzere çok kısa sürede 7bin 250 asker emekliye sevk edildi. Emir Komuta zincirine uymadıkları için 1 gecede tasfiye edildiler.

27 Mayıstan hemen sonra 3 haziranda Genelkurmay Başkanlığına getirilen Orgeneral Ragıp Gümüşpala 4 Ağustos'ta emekliye sevk edildi.

Ayrıca Milli Savunma Yüksek Kurul Genel Sekreteri Vedat Garan, Yüksek Askeri Şura üyeleri Fazıl Bilge,Eşref Manas ve Canip iskilipligil de emekliye sevk edilen generaller arasında yer aldı.
Eemekliye sevk edilen 7bin 250 subay , Generallerin %90 , Albayların %75 , Yarbayların %50 , Binbaşıların ise %30 una tekabül ediyordu. Yani Bu tabloya göre ; darbe sonrasında Türk Silahlı Kuvvetlerinin içi büyük oranda boşaltılmıştı.
Bünyesinde 286 Generali Bulunan TSK da 26 General Kalmıştı. Kimse yazmaz veya anlatmaz değilmi ? Hiç duymadınız böyle birşeyi değilmi? Elli küsür yıl boyunca. Hiçbirimiz duymadık.
Bir başka ifadeyle, Türk Silahlı Kuvvetlerinin dörtte üçünü teşkil etmesi gereken muharip subay mevcudu %50 den fazla azaltılmış ve Silahlı Kuvvetlerin savaş güç ve kabiliyeti büyük oranda düşürülmüştü. Türk Silahlı Kuvvetlerinde yaşanan bu büyük tasfiye Hareketi NATO çerçevesinde Türkiyede görev yapmış olan Yunanlı General Haris (Khares)'i de hayretler içinde bırakmıştı.
Haris Ordunuzda yapılan bu tasfiye yanlıştır. Müşterek düşmanımız olan Kuruşçef (Sovyey Lideri) Memleketinize birkaç atom bombası atsaydı bu derece kıymetli Subay ve Generallerinizi bir hamlede imha edemezdi diyordu.

Gerçekler unutturulmaya çalışılıyor ama biz üstüne basa basa hatırlatacağız. Tıpkı yeni bir süreçte TSK'ya yeniden ayar vermeye adaptasyon edilmiş Ergenekon İddianamesi gibi Ordumuz üzerinde yapılan bir takım sahte operasyonlar gibi.. Bunların arkasında kimlerin olduğunu zaten Aziz Türk Milleti Biliyor. Hain kontenjan yapılanması ile sonuna kadar mücadele edeceğiz. Türk Silahlı Kuvvetleri 48 Yıl Boyunca Haçın Kontrolü altında tutulmuştur.Ama Artık Hilalin Gölgesinde Mücadelesini vermeye başlamıştır ve Boyunlarında Haç taşıyan Kriptoları temizlemiştir ve kalanlarıda temizlemeye devam edecektir...


                                                  https://youtu.be/ai2hnYrFQF4?t=9




https://youtu.be/ai2hnYrFQF4?t=9