25 Mart 2016 Cuma

(İLLÜMİNASYON ) Age de Lumieres

                      AYDINLANMA ÇAĞI

          (İLLÜMİNASYON ) Age de Lumieres


      İLLÜMİNATİ bilindiği üzere 1776 da Almanya da Bavyera da kurulmuştur ,fakat o zamana kadar ,TAPINAK ŞÖVALYELERİ  ve MASONLUK vasıtasıyla aynı fikirler farklı İSİMLER altında ama aynı amaca hizmet edecek şekilde BATIDA iyiden iyiye yeretmeye başlamıştır .
      Bu süreci başlatan RÖNESANS VE REFORM hareketleri küçük aımlardı ve MEDİCİ veya ROTHCHİLD sülalaesi himayesinde büyük paraalrla finanse edilen sanatçı-yazar takımları tarafından olmazsa olmaz bir gereklilik olarak sunulmaya başlanan şey KÜFFARDI  =  ATEİZMDİ . 


        Sözde amaç kiliseye karşı insanın özgürlüğünün elde edilmesiydi . Ama ABD deneyimi şunu göstermiştir ki ,kilise baskısı olmayan ülkelerde de masonlar her koşulda kendi düzenleri ve DÜNYA hakimiyetlerine giden yolda en önemli engel olarak gördükleri DİNİ inançları parçalamayı adeta amaç edinmişti .


     Kimsi zaman Marquis de Sade da olduğu gibi : SADİZMİN -cinselliğin en aşağı biçimleri yüceltilmiş ve bu kişilere değer verilmiştir . Aynı şekilde sanatta da BOZUK düşünceler sanat harikaları olarak sunulmuşlardır .İnsan ruhunu yıkıcı ve bozucu ne varsa yüceltmişlerdir .  Şeytani figürleri , heykelleri ,tuhaf yaratık resim ve heykellerini yüceltmişlerdir .


 Bunu yaparken de en çok kullandıkları şey İNSAN NEFSİ olmuştur .


        Çünkü insanı daha önce aldatan ve bunun yöntemini bilen ŞEYTAN onlara gerekli talimatları veriyordu . AKLINI ve GURURNU okşayacak bir şeyle karşılaştı mı insan kendisini gerçekten değerli ve bilgiç sanmaya başlıyor zincirlerinden kurtulur kurtulmaz küfre dalıyordu .ASlında elbette bu bir yanılsamadır ,DECCALİN SU DEDİĞİ ŞEY ATEŞ ;ATEŞ DEDİĞİ ŞEY İSE SUDUR . NEfsini serbest bırakıp onu hayvanlaştımrayı özgürlük sana insan neticede nefsinin KÖLESİ olduğunu çok geçmeden farkeder ,ama artık iyice azgınlaşan NEFSİNE söz geçiremeyecek hale gelir.Oysa NEFSİNİ zapteden için gerçek KURTULUŞ vardır . Nefsi terbiye temenin en iyi yöntemi de nefsinin yap dediğini yapmamak ,yapma dediğini yapmaktır .Yani nefs namaz kılma oruç tutma,iyilik yapma,sen selam verme o versin ,o da kim oluyormuş gibi sürekli kötülüğe teşvik eder iyilikten uzaklaştırmaya çalışır .Bunlara dikkat etmek gerekir ki kurtulalım .Bunun yolu da temiz kalplilikle bir tevbe ,ihlas ve Farzları yerine getirmek suretiyle  olur ,İyiliği yapıp emretmeli ,kötülükten uzak durup menetmelidir ki insa EŞREFİ MAHLUK olma vasıflarına nail olsun .Böylece Alah c.c. ün üflediği nuru ala nur ruhunu yüceliklerini keşfedebilir , huzurla yaşamayı öğrenir ve her iki alemini de kurtarabilir inşaAllah . 



     "  Aydınlanma Çağı olarak adlandırılan tarihsel dönem, Aydınlanma felsefesinin 18. yüzyılda doğup benimsenmeye başladığı dönemdir. Batı toplumunda 17. ve 18. yüzyıllarda gelişen ve akılcı düşünceyi eski, geleneksel, değişmez kabul edilen varsayımlardan, önyargılardan ve ideolojilerden özgürleştirmeyi ve yeni bilgiye yönelik kabulü geliştirmeyi amaçlayan düşünsel gelişimi kapsayan dönemi tanımlar.Aydınlanmaya yol açan başlıca düşünsel gelişmeler Rönesans ve Reform hareketleridir. Aydınlanmanın ilk temsilcileri olarak genellikle Rene Descartes ve Gottfried Wilhelm Leibniz kabul edilir. Almanya'da Johann Gottfried Herder, Immanuel Kant, Christian Wolff; Fransa'da Denis Diderot, Claude Adrien Helvétius, Montesquieu, Jean-Jacques Rousseau, Voltaire; Büyük Britanya'da David Hume, John Locke ve Thomas Paine Aydınlanma çağının en önemli temsilcileridir.

   Aydınlanma felsefesi ya da 18. yüzyıl felsefeleri genel olarak insanın kendi yaşamını düzenlemesini yeniden gündeme almış, hem düşüncenin hem toplumsal yaşamın köklü değişimlere uğrayacağı bir sürecin fikirsel/felsefi başlatıcısı olmuştur. Bu yüzyılın sonlarına doğru meydana gelen Fransız devrimi (1789), ve ardından gerçekleşen modernleşme süreçleri, düşünsel anlamda etkilerini ve kaynaklarını aydınlanma felsefesinde bulmaktadır. .Din ya da Tanrı merkezli toplumsal yapının ve düzenlemelerin yerini bu süreçte akıl merkezli toplumsal düzenlemeler arayışı alır. Geniş ve genel anlamıyla aydınlanma, ortaçağda hüküm süren dünya görüşüne karşı yeni bir dünya görüşünün ortaya çıkması ve temelendirilmesi olarak belirtilir. Bu yüzyıl yeni bir ideal ile tarih sahnesinde yer alır; bu ideale göre, aklın aydınlattığı kesin doğrulara ve bilginin ilerlemesine dayanan entelektüel bir kültür egemen olmalıdır ve bu kültür sonsuz bir şekilde ilerlemelidir. Böylece ilerleme ideali, insanın geleneğin köleliğinden kurtularak sürekli mutluluk ve özgürlük yolunda gelişeceği düşüncesine dayandırılır.                    


               Aydınlanma felsefesinin kaynağı Rönesans felsefesi ve özellikle de 17. yüzyıl felsefesinin ortaya koyduğu ilkelerdir. Rönesanstan itibaren düşüncenin tarihsel otoritelerden kurtulması, bilgi ve yaşam hakkında akla ve deneyime dayanmaya başlaması sözkonusudur. 17. yüzyıl da bu gelişmeler sistemleştirilip temel ilkelere dönüştürülmeye başlanmış, rasyonalizmin belirginleştiği bu yüzyılda aydınlanma felsefesinin düşünsel temelleri bir anlamda hazırlanmıştır. Sekülerleşme aydınlanma felsefesinin ve genel anlamda aydınlanmacılığın her tür girişiminde temel olmuş olan bir yönelimdir.18. yüzyıl felsefesinde bir yanda rasyonalizmin öte yandan empirizmin güçlenmesi ve bunlardan meydana gelen teorik sorunların yeni bir takım sentezlerle aşılmaya çalışılması sözkonu olacaktır. Aydınlanma çağı, aklın ışığında felsefenin de yepyeni bir etkileyicilikle ortaya çıkışına, yaygınlaşmasına, yeni sentezlerle sistematikleştirilmesine etki etmiştir. Bu bakımdan bu yüzyıla "felsefe yüzyılı" denmesi de söz konusudur.
                  Aydınlanma çağının ana fikri, akıl aracılığıyla doğru bilgilere ulaşılabileceği ve bu doğru bilgi ile de toplumsal yaşamın düzenlenebileceğidir. Öte yandan bilim alanındaki önemli gelişmeler de aydınlanma çağına öncülük eder ve bu çağda ayrıca çok yoğun yeni bilimsel gelişmeler kaydedilir. Daha 15.yüzyıldan itibaren meydana gelmeye başlayan yeni keşifler ve icatlar bu süreci hazırlamış, bunun sonunda da "karanlık çağ" olarak değerlendirilen Orta Çağ'ın sonuna gelinmiştir. Deney ve gözlem, aklın uygulama araçları olarak bu dönemde bilimsel yöntemim ilkeleri biçiminde ortaya çıkmış ve doğa bilimlerinde önemli gelişmelere kaynaklık etmiştir.Dinde meydana gelen yenileşme hareketleri de, dinsel düşüncenin giderek geriletilmesi ve Aydınlanmacılıkla birlikte kuruculuk ve egemenlik gücünü kaybetmesiyle sonuçlanmıştır. Rönesans ve reformlarla başlayan bu gelişmeler, aydınlanmacılıkla doruğuna varmış ve buradan itibaren Modernite denilen sürecin oluşumunu hazırlamıştır. Bu sürec aydınlamacılıkta ifadesini bulan köklü bir zihin değişikliği anlamına gelmektedir.Newton ve Kopernik ile tüm bir evren-dünya kavrayışı değişime uğramış, Descartes ve Kant gibi isimlerle bu değişen zihniyetin felsefi düşüncesi geliştirilmiştir. Avrupa'daki endüstri devrimleri de bu sürecin maddi temelini oluşturmaktadır. Yeni ve bambaşka toplumsal ve ekonomik ilişkiler icerisinde yaşamaya başlayan insanlar, ortaya çıkan yeni düşünce biçimleriyle dünyaya bambaşka gözlerle bakmaya başlamışlardır. Bunun sonucunda modern yaşamın temellleri atılmıştır. 1789 Fransız ihtilalinin temelinde, Fransız aydınlanmacılığının belirleyici bir etkisi vardır.



  BU DÜŞÜNCENİN KÖKLEŞMESİNDEKİ EN BÜYÜK ETKEN FİLOZOF VE YAZARLARDI İŞTE ONLAR :


 BerkeleyClaude Adrien HelvétiusJean le Rond d'AlembertDavid HumeRené DescartesDenis DiderotEtienne Bonno de CondillacFrancis BaconGalileoGotthold Ephraim LessingGottfried LeibnizImmanuel KantJean-Jacques RousseauJohn LockeJulian Offray de LamettrieKopernikLaplaceLois Rene de Caradeux de la ChalotaisMontesquieuNewtonSpinozaThomas HobbesVoltaire

6 Mart 2016 Pazar

Hz Yunus A.S. Hayat Hikayesi kıssadan Hisse

           Hz Yunus A.S. Hayat Hikayesi

Geçmiş zamanlar Asurlular diye bir kavim vardı. Bu kavim Ninova şehrinde yaşardı. Ninova o vakitler en büyük şehirlerden biriydi. Hz. Yunus'ta Allah tarafından bu kavime peygamber olarak gönderildi. Hz. Yunus peygamber olduğu zaman 30 yaşındaydı.

Ninova halkı ticaret ile uğraşan zengin bir ahaliydi. Bu zenginlik halkın gözünü kamaştırıp doğru yoldan aynlmalarına neden oldu. Artık putlara tapıyorlardı. Ahireti düşünmez olmuşlardı.
Hz. Yunus Ninova'lılan Allah yoluna davet etti. Hz. Yunus'a çokça küfürler edildi. Ancak O, yılmadan, yorulmadan, sabırla tam 33 sene boyunca herkesi doğru yola çağırdı. Allah'ın emri ile belli zaman sonra başlarına bir felaket geleceğini anlattı.
Hz. Yunus'un söylediklerine inananlar da inanmayanlarda olmuştu. Hz Yunus Allah'tan izin almadan kavminden ayrıldı. Felaket günü yaklaşıyor, herkes Hz. Yunus'u anyordu. Fakat kimse bulamıyordu.

Hz. Yunus Dicle kıyısında bir gemiye bindi. Kendi ile birlikte gemiye binen başkalarıda olmuştu. Denize açıldılar.
Bu arada Ninova çok hareketliydi. Çünkü Hz. Yunus'un söylediği gün gelip çatmıştı.

Gündüz aniden güneş yok oldu. Her taraf karanlığa büründü. Etrafta çok korkunç sesler vardı. Herkes birbirine Hz. Yunus'u soruyordu. Şehirdeki putları kırdılar. Allah'a dualar ettiler yalvardılar. Allah duaları kabul etti. Beklenen felaketi yaratmadı.



Hz. Yunus, ise gemideydi. Nasıl olduysa gemi gitmiyordu. Üstelik hiçbir sebebide yoktu. Gemi batmak üzereydi. Aralarında bir karar aldılar. Kur'a çekilecek ve bir kişi gemiden atılacaktı. Kur'a çekildi. Hz. Yunus çıktı.


Kur'ayı yenilediler tekrar Hz. Yunus çıkmıştı.
Hz. Yunus kalktı ve gömleğini çıkardı. Allah'ın izni olmaksızın kavminden ayrılmıştı. Bu hatası hiç aklından çıkmıyordu. Gün batımında Allah'a tövbe ederek kendini engin sulara attı.


Yaptığı tövbeyi Yüce Allah kabul etti. Hz. Yunus'u kurtarması için büyük bir balık gönderdi. Hz. Yunus denizin sularına gömüldüğünde, balık Hz. Yunus'u yuttu, Hz. Yunus'u karnında muhafaza etti. Daha sonra kıyıya geldiğinde Hz. Yunus'u kıyıya bırakıp uzaklaştı.


Hz. Yunus çok yorgundu, yürüyemiyordu. Sürünerek kumsala doğru ilerledi. Çevreye bakındı. Böcekleri ve zararlı hayvanları gördü. Oraya yığılıvermişti. Çok yakıcı bir güneş vardı. Yüce Allah bir bitki yarattı. Bu bitkinin adı Yaktın idi. Yaktin çok çabuk büyüdü.


Hz. Yunus'u güneşten ve böceklerden korudu.
Artık Hz. Yunus kendine gelmişti. Fakat nerede olduğunu biliyordu. Yola koyulmak için hazırhklar yaptı. Sonra yola çıktı. Çok uzun bir yolculuktan sonra Ninova'ya vardı.



Hz. Yunus nihayet kavminin yanına varmıştı. Ninova'da Hz. Yunus büyük bir sevgi ve saygıyla karşılandı, Hz. Yunus gördü ki putlar yok olmuş, kavmi yalnız ve yalnız Yüce Allah'a ibadet ediyordu.


Ninova'lılar, doğruyolu bulmuştu. Hz, Yunus çok sevindi. Gördükleri onu çok etkilemişti. Şükretti.
Hz. Yunus uzun yıllar kavmi ile beraber Allah'a ibadet ederek yaşadı.



Ölümünün yaklaştığı zaman Ninova'dan ayrıldı. Kimse nereye gittiğini bilmiyordu.
Daha sonra bilinmeyen bir tarihte, bilinmeyen bir yerde öldü.


Hz. Yunus'un Asurlulardan ayn kalması ile beraber, kavim yeniden dinden uzaklaştılar. Bunun üzerine Allah Ninova şehrini düşmanlann işgaline izin verdi. Böylece Asurlular devleti yıkıldı.

2 Mart 2016 Çarşamba

İSTANBUL'DA GİZEMLİ ADA "VORDONİSİ ADASI"



                                  İstanbul'un Kayıp Adası Vordonisi





İstanbul adaları, tarihte Marmara Adaları, Keşiş (Papaz) Adaları, Cin Adaları, Prens Adaları gibi isimlerle anılıyor. Bizans (Doğu Roma) dönemiyle birlikte kaynaklarda daha fazla adı geçmeye başlıyor. 
Yüzyıllar boyunca sürgün yeri olarak kullanılıyor. Adalara “Papadonosia” ya da “Keşiş (Papaz) Adaları” denmesinin nedeni, Patrikhane’nin tehlikeli gördüğü bir keşiş veya papaz ortaya çıktığında, onu adalara sürgüne gönderiyor oluşu. Prens Adaları denmesi de tabii ki sürgüne gönderilen prens ya da prensesler. 8. yüzyıldan itibaren Bizans yönetimi, adalara manastırlar inşa ediyor. 
Adalar’a düzenli vapur seferleri 1846 yılında başlıyor. 1867 yılında çıkarılan Vilayet Nizamnamesiyle İstanbul’un ilçesi haline geliyor. Günümüzde Adalar, toplam dokuz adadan oluşuyor. İsimleri şöyle: Büyükada, Prinkipo (Pityoussa); Heybeliada, Halkis (Halki, Khalkitis); Burgazada, Antigone (Antigoni, Panarmos); Kınalıada, Proto (Proti); Kaşıkadası, Pita; Sedefadası, Terevinthos; Tavşanadası, Neandros; Yassıada, Plati (Plate); Sivriada, Oksiya (Oxya)
Ancak Bizans yazmalarında onuncu bir adadan daha söz ediliyor. İsmi Vordonisi. Kayıp Ada ya da Batık Ada ismiyle de anılıyor. Aynı adadan Osmanlılar tarafından 1500’lü yıllarda hazırlanan haritalarda da söz ediliyor. Vordonisi, Bostancı İskelesi’nin 3-5 mil açıklarındaki çakarın altında bulunuyor. Balıkçılar buraya Manastır ya da Dilek Kayalıkları diyor. Kaşıkadası’nın üçte biri büyüklüğünde olduğu tahmin ediliyor. 


Photios (Fotios) isimli bir keşiş Vordonisi Adası üzerine 9. yüzyılda çok güzel bir manastır yaptırıyor. Bu keşişin oldukça ilginç bir öyküsü var. Photios kendi halinde bir manastır kesişiyken erkek kardeşi Sergios, Kraliçe Theodora’nın kız kardeşiyle evleniyor. Böylece Photios saraya giriyor ve sarayda kendisine verilen görevleri başarıyla yerine getiriyor. Ardından Patrik İgnatios görevinden azledilince çok genç yaşta Rum Ortodoks Kilisesi Patriği oluyor. Eski patrik, günümüz Küçükyalı’sındaki Satyros Manastırı’na sürgüne gönderiliyor. Kimi kaynaklar Satyros Manastırı’nın Bryas Sarayı kalıntıları üzerine inşa edildiğini ileri sürüyor. Böylece bu iki din adamı arasında bir rekabet başlıyor. İkisi de iki kere patrik oluyor. Bu dönemlerde biri Vordonisi, diğeri Satyros Manastırı’nı ihya ediyor. Söylencelere göre bu rekabetin ana nedeni “İkonoklazm”. İkona, Helence eikon tasvir demek. Doğu Hıristiyan geleneğinde kutsal kişi ve olayların konu edildiği, duvarlara ya da ahşap levhalar üzerine yapılan tasvirlere ikona deniyor. Katolikler ise azizlerin ve kutsal olayların tasvir edilmesine karşı. Patrik Photios Bulgar Kilisesi’ni kendisine bağlıyor ve Vatikan’ın görüşlerine karşı geliyor. Böylece Hıristiyan dünyası büyük bir bölünme yaşıyor. Ignatios tekrar patrik seçildiğinde ise Photios Vordonisi’ye sürgüne gönderiliyor. 
İstanbul’da 1010 yılında büyük bir deprem oluyor. Bu depremde Vordonisi adası ve üzerindeki manastır, keşişleriyle birlikte, sulara gömülüyor. Manastırın üst kısmı su yüzeyine çok yakın bir çakar oluşturuyor. Kimi yerbilimciler ise, buzulların erimesi sonucu Çanakkale Boğazı’ndan gelen suyun Marmara Denizi’nin su seviyesini yükselttiğini ileri sürüyor. O dönemde 120 metre aşağıda bulunan denizin adayı kapladığını söylüyor. 



Üzerinde manastır kalıntıları bulunan adanın arkeolojik açıdan aydınlatılarak gün yüzüne çıkarılması için çalışmalar 2015 yılı Ekim ayında başlatılmıştı. Çalışmalar kapsamında dalış ekibi sular altında kalan adanın görüntülerini ve fotoğraflarını çekmiş, ardından konunun uzmanları tarafından araştırılması ve depremle ilgili bölgede nelerin yaşandığı öğrenmeyi amaçlamıştı.
Vordonisi, aslında iki adadan oluşuyor. İstanbul’un 10’uncu ve 11’inci adaları olan Vordonisi’nin Bizans döneminde manastır olarak kullanıldığı biliniyor. Gizemli adalar, Bizans tarihçisi Semavi Eyice tarafından 1936’da kayıtlara geçti.
1010 yılında meydana gelen büyük İstanbul depreminde sular altında kalan Vordonisi adası, sualtı araştırmacıları ve arkeologlardan oluşan ekiplerle gün yüzüne çıkarılıyor. Yapılacak çalışmayla adanın tüm tarihi ile keşfedilerek, Unesco’ya sunulacak. Daha sonra ise batık adanın UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne alınarak turizme açılması hedefleniyor.