7 Aralık 2014 Pazar

DEĞİŞEN ORTADOĞU POLİTİKASI






Ortadoğu'da  10 yıldır  kendi sınırlarını bile kontrol edemeyen bir Türkiye  düşününün ki;  şu anki

konumununda pek bir farkı yok, ama bugün konuma  göre durumlar  daha farklı diyebiliriz.


Nasılmı? Aslında herşey  durum değişikliği  sebebi ile  ortaya çıkıyor. Sınırlarımıza yakın ülkelerde

savaşlar olup kan gövdeyi götürür iken; ve bu ölen insanlar ise bir şekilde bize yakın, öldürende öyle  ama

biz her defasında  şunu açıklarız; Ortadogu' da sınır bütünlüğü yani hakim ülkeler  bölünme istiyor iken

biz  dış politika olarak; istemiyoruz politikasını savunduk. Bu topraklarda bütünlüğün bozulmaması adına

girişimler yaptık. Yani neymiş efendim toprak bütünlüğü  meselesi imiş  birde bu konu bizim  kırmızı

çizgimiz gerçi kimsede bu kırmızı çizgilerimizi  takmıyordu  ya olsun,


Değişen tutum , 2011 de  oldu paradigma değişime uğradı. Bu değişimin daha öncesi de  var ama ; son

nokta  2011  dir devletin tehlike algısı degişti. Yani Abdullah Öcalanin bir işareti ile de pekişti artık

Türkiye ortadogu' da kimsenin toprak  bütünlügünü desteklemiyor aksine, parçalanmasını istiyor
. Öyle

kırmızı çizgiler felanda  yok, parçalanırsa , parçalansın hatta iyi  de   olur . Düşüncesi ile hareket eden bir

tutum var. Bugüne kadar  bu konuda aksini düşünen, ve her defasında toprak bütünlüğü  derdine düşen

Türkiye'nin  bu tavrı bölgede tam bir şok etkisi yaratmıştır. Bunu bir meydan okuma gibi tehdit gibi

algılanmasını istedi.
 Bu belkide dünyanın ortadogu' da planları olan,  aktif rol alan diğer ülkelerin

 hepsinde şok etkisi yarattı.Başta ABD olmak üzere İngiltere dahil olmak kaydıyle Almanya ve hatta Fransa


Tüm istihbari bilgiler dahilinde Türkiye'nin dış politikası bir değişime girdi.

Peki ne olacaktı?  bundan sonra Türkiye  elbette ortadoğu' da bir işgal yapamaz, buna dünya izin vermezdi


 ama  ortaya çıkacak en küçük bir parçalanma olgusu olursa, derhal destekler parçalanmasına izin verir  ve


o bölgede uzun  yıllar  ortağı olan kürtlere buyrun diyebilirdi. Bunu yaparakda  kendi içindeki sıkıntıyı da

kısmen ortadan kaldırabilirdi. Ve öyle de yaptı.
 Irak bu şoku atlatamadı. Türkiye' nin paradigma

degişikşigi İran ve Irak üzerinde etkili oldu. Ve  ilk sorun Irak' ta başladı.



Türkiye' nin  askerinin başına çuval geçirildiği ; günden bu yana desteklenen illlegal örgütler ve bir anda

bir anda ortaya çıkan Işid. Ortalık karıştı,kan gövdeyi götürdü.  Işid elbette Saddam' ın ve Türkiye' nin

büyütüp beslediği bir örgüttür bunu herkes bilir  ama  kimse ses etmez,Işid bir sonuçtur.  Yapılan zulmün

sonucudur bu sonuca herkes katlanacak düşüncesini doğurdu. 



Şimdi ortadoğu' da Türkiye 100 yıldır ilk kez bir oyun kurdu ve  bu oyun en az  10 yıl sürer kazanan ise

elbette Türkiye olmalıdır.
Çünkü sıkıştığı bir anda oyunu açtı, ve  sıkışıklıgı giderdi. O bile yeter; Ama

daha çok şey olacak gibi, çünkü Türkiye  artık kürtleri müttefik diye anıyor.  Suriye bitmiştir, Irak ise 4

parçaya bölündü. Artık Türkiye'de yaşayan kürtler ise biraz burukda olsa

 İmralı' daki  zatın işaret ettiği  Irak' ın bir bölümü Suriye' nin bir bölümü alınarak ortaya çıkacak büyük

Kürdistan' la  yetinmiş durumda gözüküyor. B
urada hamle yapmayan tek bölge Avrupa sanırım Avrupa

mevcudu  korumanın peşinde, Türkiye' nin Rusya ile tavrını gördü ama çaktırmıyor .








30 Kasım 2014 Pazar

ABD VE TÜRKİYE SOĞUK SAVAŞI




ABD büyük oyununu iyi oynuyor!.
ABD ORTADOĞUYU YILLARDIR DİZAYN ETTİ.VE ŞİMDİ PARÇALANMASI ADINA
HERŞEYİ YAPIYOR.SUNİ SAVAŞLAR,VE ETNİK SOYKIRIMLAR

YILLARDIR SAVUNDUGU TOPRAK BÜTÜNLÜĞÜ POLİTİKASINDAN VAZGEÇTİ
PARÇALANSIN İSTİYOR.


  Irak ve Suriye politikasında muhalifleri beslerken,biryandanda muhalifleri yok etme adına her türlü zemini hazırlıyor.ABD'nin sürecinde önünde Başkanlık seçim olayı var ,o seçimde büyük ihtimal ki; öylede gözüküyor
Barack OBAMA kaybeder, cumhuriyetçiler büyük ihtimal kazanır.

İşte burada dikkat!.
Not alın büyük harfler ile yazıyorum.

ASLINDA BİR NEVİ ABD-TÜRKİYE  SOĞUK SAVAŞIDIR

    Bu büyük plan ABD'de cumhuriyetçilerin ara seçimlerde iktidarda söz sahibi olmalarınında rolü ile ve ardından 2015 seçimlerinde bir şekilde Türkiye'de siyaseti dizayn etme şartlarını hazır hale getirmektir.Çünkü ABD'nin stratejisi 2016 başkanlık seçimlerine kadar değişik bir ivmede gidecek,bana göre Dış politikası değişime uğrayacak zira Barack OBAMA önünde zor bir dönem  ( iki yıl ) olacak.ABD yıllardır Ortadoğuya barış getirme adına sömürüsünü uyguladı.Dış politikasını zengin yeraltı kaynaklarına göre şekillendirdi.IRAK'taki başarısızlığı ortada,aktif rolde yanına aynı stratejik ortağı olarak gördüğü Türkiye'yi kimi zaman kullandı,kimi zamanda saf dışı bırakmak istedi.Bir çok yerde ön planda belirleyici olmak istedi.Bunu Suriye ve Esad'a karşı yapmış olduğu hamlelerde gördük.ABD 10 yıldır savunduğu toprak bütünlüğü politikasından vazgeçti.Parçalansın istiyor.
     IRAK'ta ve SURİYE'de etnik çatışmalara ve etnik soykırıma sebep örgütlerin çıkmasına göz yuman ve hatta besleyen ABD,Ortadoğuda yeni bir sınır dizaynı yaratma derdinde,ve Türkiye ile uzlaşamadıkları konu muhalifleri destekleme konusunda mutabık olunamadığıdır.Koalisyon bana göre dağılır.Bu süreç ABD'nin politikasında büyük planını devreye sokana kadar ve cumhuriyetçilerin hamlesine kadar sürer gider.Amaç ortadoğuda çıkan savaşı bastırıp yeniden barışı sağlama adına şekil ve dizayn vermek ABD-İSRAİL işbirliği ile

Bunun neticesi olarak ABD'nin Türkiye'den stratejik ortaklık konusunda vazgeçip vazgeçmeyeceği tamamen Türkiye'nin tutumuna bağlı,keza Türkiye Ortadoğuda rol belirleyici konumunda yön çiziyor.Fakat OBAMA'nın politik açıdan artık sandalyesinin azalması ABD'ninde çizgisinde değişiklik olacağının işaretidir.Plan aslında Ortadoğuda ve Türkiye'de yeni dizayn yapma planıdır.Ardından Türkiye'ye şekil verme siyasetine yön verme adına,2015 seçimlerinede etkiside muhtemeldir.Bu defa sanırım Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP)  hükümeti içinde zor bir viraj olacaktır.ABD  Ortadoğuya barış getirme adına,parçalanmaya çanak tutuyor.Sonrası toparlama adına barış getirme adına  kuvvetli ihtimal bir müdahale olacaktır.Ve malum  yeni sınır dizaynı olacaktır.Ama bu defa sınırlar petrole göre değil,suya göre çizilecek!.

Ortadoğuda IRAK ve SURİYE yeni dizayna göre şekillenir.IRAK-SURİYE'nin  bir bölümü İsrail kontrolünde olur.Kürtlerin tamamen Bağımsız Devlet isteği bu şekile göre belirlenir.Türkiye yeni dizaynda Ortadoğu politikasında RUSYA ile hareket eder ki;buda Putin faktörünü ortaya koyuyor.Bu konuyuda ileriki yazılarımda açıklığa kavuşturacağım.

ERKAN MACİT


18 Kasım 2014 Salı

Atatürk'ün Vasiyeti ve Hilafet



 
     2004 yılında Akşam gazetesinde bütün Türkiye'yi ayağa kaldırması gereken önemli bir yazı yayınlandı. "Atatürk'ün Gizlenen Vasiyetini Açıklayın" başlıklı bu yazıda, araştırmacı-yazar Rahmetli Aytunç Altındal'ın bir takım iddialarına yer verilmekteydi.Ve o iddiaları bizde Sn.Koray Kamacı hoca ile Tv programlarında dile getirdik.

1. Atatürk bir vasiyetname hazırlamış, ölümünden elli sene sonra bunun açıklanmasını istemişti. Bu vasiyet, "Toplum henüz buna hazır değildir" bahanesiyle gizlenmiştir. Böylece Atatürk'ün hakları çiğnenmiştir.Aslında bu iddiayı bir kii daha yineliyor,ve devamlı bu konunun üzerinde demecler veriyor (Sn.Meriç Tumluer)

2. Altındal, Atatürk'ün elyazılı notlarından Hilafetle ilgili fikir ve tekliflerinin yer aldığını tahmin ediyor. Atatürk, Hilafetin babadan oğula geçecek şekilde değil de, İslam ülkeleri arasında rotasyonla değişecek bir şekilde yeniden ihyasını istemiştir.

3. Adnan Menderes, iktidarının son yıllarında Demokrat Parti Meclis grubunda milletvekillerine hitaben "Arkadaşlar siz isterseniz Hilafet'i bile geri getirebilirsiniz.." bir söz etmişti. Acaba Menderes Atatürk'ün vasiyetini biliyor muydu? Bu sözleriyle müminlerin mi yoksa Siyonistlerin mi dikkatini çekmişti?

4. Atatürk'ün vasiyetinin açıklanmasına ve millete duyurulmasına Kenan Evren engel olduğu söylenir. Acaba Kenan Evren Paşa, Diyalogçu ve Ilımlı İslamcıların ve Siyonist simsarların istismarını engellemek için mi böyle hareket etmiştir?

Bilgi, kaynaklarımdan aldığım bilgiler doğrultusunda tabiki yine söylüyorum; iddiaya göre, Kenan Evren Paşa zamanında vasiyetname açıldığı vakit, İsrail'in MOSSAD casusluk teşkilatı bunun kopyasını elde etmiş ve Tel Aviv'e göndermiştir. Yahudilerin Atatürk'le yakından ilgilendiği zaten bilinmektedir.Bu konu ile dahada yakından ilgileniyorlar.

Vasiyetnamede, Hilafet ile ilgili bilgiler ve tekliflerden başka, Atatürk'ün bazı yakınlarına servetinin bir kısmının dağıtılması konusunda da istekleri yer alıyormuş. Bu isteklerde hasıraltı edildiği söylenmektedir.

ve kilit ülke ABD, İsrail ve (VATİKAN) Papalık Müslüman dünyasının başına bir Halife geçirmek için harekete geçmiştir.Zaten son zamanlarda milletinde anlayacağı gibi bazı algı yöntemleri kullanıldı.Türkiye'de bazı operasyonlar algı üzerine kurgulanarak Malum üzre iktidardaki partinin eski Liderini halife ilan etme girişimleri ve algısı devamlı milletin beynine işlendi.

Ama, nasıl bir Halife?
  • 1. Ermeni veya Yahudi asıllı...
  • 2. Bir aday da, dini bir cemaatin başkanıdır. Agresif Evangelistlerle işbirliği yapıyor.
  • 3. Her hâlükârda, İslama ve Müslümanlara hizmet etmeyecek, efendilerine, yani Amerikalılara, Siyonistlere, Haçlılara hizmet sunacaktır.


Amerikalılar, dünya siyonizmi, papalık ve diğer İslam dışı güçler Müslümanların başını bağlamak, kendilerine itaat edecek, kendi emirlerini yerine getirecek bir Halife seçmek için şimdiden büyük masraflar yapmaktadır.
Dinlerarası Diyalog ve Evrensel Kardeşlik faaliyetlerinin perde arkasında bu Hilafet aşını pişirecek kazan kaynamaktadır.

1924'ten beri Müslümanlar başsız bırakılmıştır. Dünyada her dinin, her teşkilatın, her cemaatin bir reisi, başkanı var da Müslümanların yoktur.

Katoliklerin Papa'sı var.
Anglikanların kendi başpiskoposları var.
Yahova Şahitlerinin başı var.
Masonların üstad-ı azamları var.
Tibet Budistlerinin Dalay Lama'ları var.
Yahudilerin Hahambaşıları var.

Ama maalesef Müslümanların Halifesi, İmam-ı Kebir'i, Emirül-mü'mini bulunmamaktadır.

Böyle bir şey bir kısım dinsizlere göre gericilik sayılmaktadır. Ve buna kesinlikle karşı çıkmaktadır.
Bu konu Müslümanların zaten gündeminde değil.
Ama eloğlu boş durmuyor. ABD, İsrail, Vatikan Papalık, agresif Evangelistler İslam dünyasına bir Halife seçmek için kolları sıvamıştır...Bunuda algı yöntemi ile iki yıldır işlemeye çalıştılar.

son sözüm Müslüman Dünyası uyanık olmalı.Türkiye İslami değerlere sahip çıkan dünyada tek ülke İslami değerlere önem veren ve hassas ülke Türkiye üzerinde öyle büyük öyle akıl almaz planlar yapılıyorki;

Hergün ve her an gündem değişiyor.


Saygılarımla...



12 Kasım 2014 Çarşamba

Arz-ı Mevud projesi




 


   




     
Arz-ı Mev'ud yani 'Vaad Edilmiş Topraklar' meselesinin kökeni tahrif edilmiş Tevrat'ın Çıkış 3:8 bölümünde yer alan 'içinden süt ve bal akan topraklar' ve 'Kenan Diyarı' ifadeleridir. Tahrif edilmiş bu kitaba göre Yahudilerin tanrısı Kenan Diyarı'nı bir zamanlar İsrailoğulları'na vermiş. Konu, Aziz Paulos tarafından tahrif edilmiş İncil'e de yazılmış.
Buna göre tahrif edilmiş İncil'in Sayılar 34:1-12 bölümünde bu topraklar güneyde Mısır Nehri, Zin Çölü, batıda Akdeniz, kuzeyde Hor Dağı, doğuda Ürdün (Şeria) Irmağı ve Lut Gölü ile sınırlıdır. Tekvin 15:18'de ise “Aynı gün, Tanrı İbrahim'e 'Senin soyundan gelenlere Mısır Nehri'nden Büyük Nehre, Fırat Nehri'ne kadar uzanan toprakları veriyorum' diyerek bir antlaşma yaptı” der. Yine Çıkış, 23:31'de de Tanrı İsrailoğulları'na “Sınırlarınızı Kızıl Deniz'den Filistin Denizi'ne, çöllerden Fırat Irmağı'na kadar belirleyeceğim” der. (kaynak Arşiv)

   Yani İsrail çok derin işler peşinde,
İsrail'in yakın ve uzak hedeflerinin üzerindeki ve bu hedeflere yön veren “Temel Strateji” olarak bütün tarih boyunca Yahudi'nin hayatta kalmasına, ölüm-kalım şartlarında varlığını devam ettirmesine sebep İman esası”dır.
Dolayısı ile İsrail için iman söz konusu olduğunda ve bir emel uğruna iman ettiklerinde Yahudiler için herşey o yolda mübahtır.Ve onlar için 
ARZ-I MEV'UD Allaha iman etmekten daha önemlidir.süt ve bal akan topraklar' ve 'Kenan Diyarı onlar için bir temel projedir.Arz-ı Mev'ud için Vaad edilmiş topraklar konusunda önüne gelen hiçbir engeli tanımayan İsrail bugüne kadar yaptığı katliamlar ve insan kıyımları ile zaten bu uğurda herşeyi yapacaklarını gözler önüne seriyor.Ve Bugün günümüzde Ortadoğuda kan gövdeyi götürüyor.

İsrail için Türkiye de çok önemli. Çünkü Arz-ı Mev'ud'un sınırları Türkiye'nin güney ve güneydoğu kısmından bir bölgeyi de içine alıyor. Theodor Herzl'in 1897 yılında İsviçre'nin Basel şehrinde yapılan I. Dünya Siyonist Kongresi'nde yaptığı konuşmada sarf ettiği; "“Kuzey sınırlarımız Kapadokya'daki Nevşehir çevresi ve yakın dağlara kadar dayanır"
. sözü Vaad edilen topraklar projesinde yani Arz-Mev'ud için Türkiye'de İsrail'in planlarının içine dahil edilmiş bir konudur.
Ve İsrail o kadar güzel dizayn yapıyorki Ortadoğuyu istediği şekle sokuyor.Liderlerini iyi seçiyor.kendimi şunu demekten alıkoyamıyorum.


Arz-ı mevud'un ele geçirilmesi için bize yakın olmaları gerektiğini biliyorlar. PKK mecliste, İsrail'de mecliste mi acaba?

Saygılarımla







21 Ekim 2014 Salı

1990'lar Aradığımız Yıllarmı?




   Türkiye 1980'li yıllarda eli kanlı terör örgütlerinin cirit attığı dönemlerde sağ ve sol kavramlı örgütlerin  karmaşası ile uğraşırken ve bunlardan kurtulma arefesini yaşarken . Derneklerin, partilerin kapatıldığı bu dönemin şaşkınlığını atan ve genellikle Milli Türk Talebe Birliği (MTTB) ve Ülkücülere karşı İslami hareketin aktraksiyon temsilcisi “Akıncılar” içinde faaliyet gösteren kimi kökten-dinci gruplar,ile uğraşmaya başlamıştı.1980 yılı ortalarında Diyarbakır'da Vahdet Kitabevi'nde bir araya gelen bu atraksiyoncular ''Fikri toplantılar''ın yapıldığı bu kitabevindeki tartışmalar, 12 Eylül askeri müdahalesi ile önemli sarsıntılar geçiren sağcı-dinci grupların yeniden toparlanması için bir başlangıç olmuştu.Bu örgüt kurulumcuları Güneydoğunun aşırı muhafazakar kesimini hedef alıp kendisini bu yönde tanıtma planını uygularken bu bölgede yaptıkları tanıtım faaliyetleri ile kendilerini hissettirmişlerdi.Abdulvahap Ekinci, Ahmet Tufan, Fidan Güngör, Hüseyin Velioğlu ve Veysi Kaykaç gibi şahıslardan oluşan grup 1980 yılı başlarında "Vahdet Hareketi" adı altında bir birlik oluşturarak tebliğ faaliyetlerine başlamışlardı.

  Özellikle İran'da ve Mısır'da yetişen alim ve müslüman filozof anlayışı ve bu filozofların radikal tutumları 1980 sonrası İran İslam devrimi ile birlikte bu atraksiyon grubu ve örgüt buralardan feyz alarak
 Türkiye'nin ilerideki 20 yılına damgayı vuracak planlarını yaptılar.Fidan Güngör, Hüseyin Velioğlu, Mansur Güzelsoy, Abdullah Yiğit (Mehmet Ali Bilici), Ubeydullah Dalar’dan müteşekkil bu örgüt ilk toplantılarını işte böyle bir atmosferde yaptı ve örgütün temellerini attı.Bu örgüt vahdet hareketi ile başlayan sonra Hizbullah Hareketi örgütünün devamını getiren bir kurulum olmuştu.

Evet Hizbullah Terör örgütü,eylemini ilk olarak 1984'de kuyumcu soygunu ile başladı.

"1 Aralık 1984" tarihinde İstanbul’da bir kuyumcu soygununa müdahale eden güvenlik güçlerinin, kendileriyle çatışmaya giren örgüt mensuplarından birini yakalamaları ile ortaya çıktı. 


Genişletilen operasyonlarda İrfan Çağırıcı kaçtı, kardeşi Rıdvan Çağırıcı'nın da aralarında bulunduğu örgüt üyesi 13 kişi yakalandı. Militanlarla birlikte Sten marka makineli tabanca, dört adet çeşitli çapta tabanca, bine yakın mermi de ele geçirildi." Sanıklar verdikleri ifadelerde 
19 eylem gerçekleştirdiklerini ve Türkiye'de Darü-l Harp (harp kapısı) oluştuğunu söylediler. Örgütün Teşkilat Genel Emiri'nin irfan Çağırıcı, Askeri Kol Başkanı'nın Selim Gülcan, İçtimai Kol Başkanı’nın Nejat Atiker, İstihbarat Kol Başkanı'nın Mehmet Balmaz, Tebliğ Kol Başkanı’nın da Metin Torun olduğu belirlenmişti.

   Hizbullahi görüşleri Hüseyin Velioğlu ile beraber Güneydoğuda Batman bölgesi civarlarında 1987 yıllarında dahada yaygınlaşıyor.
Hüseyin Velioğlu, Batman'da İlim Kitabevi'ni kurdu. İlimciler olarak adlandırılan Hizbullah'ın tehlikeli kanadının yapılanması burada sürdürülüyordu.
Hizbullahın ilk tohumlarını atan Fidan Güngör ve Mansur Güzelsoy ise ''Silahlı mücadeleye karşı çıktıkları'' gerekçesiyle Velioğlu’ndan ayrılarak Menzil Kitabevi çevresinde örgütlenmeye başlarlar Akrabalık ve aşiret bağları örgütlenmeyi güçlendirme yoluna giderler.
Ve Hizbullahın Kanlı eylemleri başlarken,Pkk terör örgütü ile sürtüşmeyede başlarlar.PKK terörü tırmanırken Hizbullah yapılanması önce Batman, ardından da Diyarbakır ve ilçelerinde hızlandı. Hizbullahçılar, PKK sempatizanlarıyla çatışmalardan geri kalmadılar.
Dönemin en etkili ismi olan JİTEM’in kurucularından Şehit Binbaşı Cem Ersever bir söyleşisinde şunları söylüyordu;

"Hizbullah'ın tetikçileri itirafçılar; Hizbullah ile bağlantıda olan iki kişi Alaattin Kanat ile Adem Yakın'dı. Bunların bize hep söylediği şu olmuştur; 'Hizbullah PKK'nın düşmanıdır. Düşmanımın düşmanı benim dostumdur. Güvenlik güçleri kesinlikle Hizbullah ile uğraşmasın, onun yolunu açsın'. Adamların dediği de oldu. Güvenlik kuvvetleri Hizbullah'ı koruyup güçlendirmişlerdi. Hizbullah'ın tetikçilerinin çoğu itirafçıdır." 

  Devletin örgütü muhafaza edişinin resmi ağızlara yansıması da Hizbullah’ın misyonunun belirtiyor gibi. Dönemin Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) Müsteşarı Tümgeneral Teoman Koman kendisine Hizbullah’ı soran gazetecilere şu cevabı vermişti: "Hangi Hizbullah? Bir İran’daki Hizbullah vardır bir de PKK’nın baskılarına karşı kendini koruyan, dini inançları kuvvetli vatandaşlar." 
 90'lı yıllarda PKK-Hizbullah çatışmasının yoğun yaşandığı bir dönemdi.
Neden bu açıklama ve hatırlatmaları yaptım,sevgili okuyucular Çünkü Ayn El-Arab eylemleri ile Türkiye'de PKK  Terör örgütü yandaşları çeşitli il ve İlçelerde yangınlı,vurdulu,kırdılı eylemler yaptılar
Devlet Mallarına zarar verdiler.Ve 30 dan fazla vatandaşımız can verdi.

Ayn El-Arab eylemleri sürecinde Hüda Par ve HDP yanlıları arasındaki ölümlere neden olan çatışmanın ardından Hizbullah örgütü, yeniden silahlı eylemlere geçebileceğinin sinyalini verdi. PKK’nın kendilerine savaş ilan ettiğini öne süren örgüt, bundan sonra ‘misliyle karşılık vereceğini’ duyurdu.

Buda Önümüzdeki süreç içersinde bazı içte kalan bastırılmış duygular ve uyuyan canavarın uyandırılma olayını gündeme getiriyor.90 yıllar aslında hiçde hoşnut olmadığımız yıllardı.Türkiye'nin kabuk değiştirme ve kendini yeniden yapılandırmaya gittiği bir süreçti.Derinlerin bol olduğu derinlere inildikçe olayların karmaşık olduğu yıllardı.

Kodlamak gerekirse;
Düşmanımın düşmanı ben
im dostumdur.......

Saygılarımla

Erkan MACİT




Tamamını oku: http://turkish.ruvr.ru/news/2014_10_13/pkkya-misli-ile-karsilik-verilecek/









 

2 Ekim 2014 Perşembe

2-ekim-1992 MUAVENET GEMİMİZ NEDEN VURULDU?




 
          MUAVENET GEMİMİZ NEDEN VURULDU?



2 Ekim 1992. Ege'de yapilan Nato Kararlilik Tatbikati sirasinda Muavenet muhribi Amerikan Saratoga ucak gemisinden atilan Sea Sparrow fuzeleri tarafindan vurulur. Aralarinda geminin komutaninin da oldugu 5 denizcimiz sehit olur.

Ama asil komik olan nedir bilir misiniz? Donemin ABD Disisleri Bakan Yardimcisi Lawrence Eagleburger haberi Washington Buyukelcisi Nuzhet Kandemir'e Geminizi batirdik ozur dileriz diye iletir.


Bu olayın kamuoyu tarafından bilinmeyen yönleri açıklanmalı.
O gece tatbikat bitmiş ve Muavenette tek vardiya düzenine geçilmişti. Yani basında yazıldığı gibi Saratogayla, Muavenet karşılıklı eğitim yapmıyorlardı.
1- Füzelerin kilitlendiğini algılayan Muavenet, Saratogayı telsizle uyardığı halde buna neden yanıt verilmedi?
2-Dinlenme anında köprü üstünde Muavenetin komutanı ne yapıyordu?
3-Füzeler ateşlenmeden hemen önce Muavenetin 52 ve 53 numaralı 5,38'lik toplarının namluları neden saratogaya dönmüştü?
4-Füzeler isabet ettikten sonra neden uzun süre Saratogadan Muavenete yardıma gidilmedi? (O an Muavenete en yakın gemi Saratogaydı)
5-ABD donanmasının bütün pis kaza! ları neden hep Saratogaya kısmet olmuştu?
6-Muavenet olayından sonra sabıka listesi hayli kabarık olan Saratoga neden apar,topar hizmet dışı edildi?


Simdi, gelelim bu olayin ic yuzune...

Muavenet 2 adet Sea Sparrow SAM(Hava Savunma fuzesi) ile vuruldu. Sea Sparrow aslinda Hava hedefleri icin gelistirilmis bir sistemdir, dikkat edin fuze denmiyorum, sistem diyorum. Bugun daha gelistirilmis olan Evolved Sea Sparrow revactadir ama donemin alcak irtifa hava savunma silahi Sea Sparrow du.

Bu fuzenin hedefini vurmasi icin, birden daha fazla personelin calismasi sarttir. Hedef taninmali, koordinatlari belirlenmeli, takip edilmeli, fuze kilidi atilmali ve hedefe fuzeler yollanmalidir. Butun bu islemler apayri odalarda bulunan personel tarafindan yapilir.

KISACASI SEA SPARROW FUZESI ILE YANLISLIKLA HEDEF HEM DE KAPTAN KOSKUNDEN USTELIK DE 2 DEFA VURULAMAZ.

Bu arada Muavenet' te o gece savas alarmi verildiyse de politik ve ekonomik ve de askeri gucumuz sadecen seyretmeye yetti, ayni Suleymaniye' de olayi seyrettigimiz gibi.




Pekiyi biz ne yaptik?

Tarihin utanc sayfalarina islenecek bir hareket ile gittik, tanesi 117 milyon dolardan 7 adet Knox firkateyn aldik. 1 adet de sembolik bir fiyata teslim edildi. Bazi yerlerde, kiralandigi ya da hibe edildigi yazar aldanmayin, bu rakam dogrudur. Ee tabii, dogan gures artik kanimca hicbir ordu evine giremiyordur. Bu Knox sinifi firkateynler ise Istim buharli, resmen masraf makinesi, ASROC (Denizalti avi icin) gibi tas devri silahlari ile, tasidigi 3-4 Harpoon ile hic bir ise yaramamaktadir. Zaten su an envanterde 4 tane var, insallah 1-2 seneye kurtulacaz onlardan.

Milennium Challenge dogu akdenizde isgal altindaki bir adanin temsili kurtarilmasi idi.

Yalniz Muavenet Muhribi bir hic ugruna vuruldu. Kibris veya baska bir sebepten degil. Yunanlilar ucagimizi vurdu, bi de onlarin 2-3 tane ucagini vurduk, cunku her iki tarafta Ege pastasinda ilan edilmemis bir savas yapiyorlar, bir tatbikat degil.


Muavenet, 2 Eylul 1992 de , tatbikat bittikten sonra gece Saratoga' dan fuze kilidi yedi, bu konuda Saratoga' yi defalarca uyardi, ma Saratoga en sonunda fuzelerini yolladi.

 

Burada ABD de bir dukkanda bir urun 3 dolarken, baska bir dukkanda 7 dolar.Saglik sigorta sirketleri, musterilerinin uzerine yikmaktan geri kalmiyor butun mali yuku, anlasmalara aykiri olmasina ragmen. Kendi halkinaboyle davranan bir devlet baska milletlere neler yapmaz ki?

Neyse, Muavenet vuruldu, 5 denizcimiz öldü. Yarb Kudret Gungor de dahil. 2-3 denizcimiz kolunu ve bacagini veya her ikisini de kaybetti. Bazilari halen goguslerinde Sea Sparrow fuzeleri ile dolasiyor, ve ABD polisligine ordumuzu soyunduracak bu hukumete hic de sicak bakmiyorlar, aynen ordumuzun da bakmadigi gibi.



Muavenet olayini bilin, aslinda Suleymaniye krizinde kafalarina cuval gecirilen 11askerimiz de biz de bu askerlerimizin oldurulmedigine sukredelim, ve dusunelim.

Hangisi daha zararli?

Yunanistan in dusmanligi mi?
ABD ve AB nin dostlugu mu?

Bu arada o tatbikatta AB gemileri de vardi, ve hicbirisi Muavenet' e yardim etmedi, tatbikat hicbirsey olmamis gibi ertesi gun devam etti.


Türkiyenin düştüğü durumun adını siz koyun...!


saygılarımla



8 Ağustos 2014 Cuma

OSMANLININ ÇÖKÜŞÜ GİBİ!




OSMANLI DEVLETİ ÜZERİNDE OYNANAN AYNI OYUNLAR,BUGÜN TÜRKİYE ÜZERİNDE OYNANIYOR!

Bilindiği gibi Osmanlı döneminde milyonlarca Hırvat, Boşnak, Sırp, Arnavut, Arap, Acem, Musevi, Ortodoks, Katolik, Müslüman, sayısız etnik grup, mezhep mensubu hepsi barış, dostluk ve kardeşlik içinde yüzyıllar boyu sorunsuz yaşadılar. Balkanlar'da, Ortadoğu'da, Anadolu'da, Doğu Avrupa'da yüzyıllardır çok dilli, çok kültürlü ve çok dinli toplumlar bir arada yaşamaya alışıklardır. Ancak Batılı toplumlar ve özellikle ABD yüz yıllardır bu karma kültürlerin bir arada yaşamasının mümkün olmadığını zannetti.

Ancak tüm bu barış içinde yaşayan toplumların arasına son 1-2 yüzyıl içinde amansız nefret tohumları serpildi.

Elbette bu nefret tohumları durup dururken, kendiliğinden bir anda ortaya çıkmadı. Batılı sömürgeci güçlerin söz konusu bölgeleri kendi çıkarları doğrultusunda dizayn etme planları ve bu planın karşısında en büyük engel olarak gördükleri Osmanlı'nın birlik ve bütünlüğünü yok etme projesi doğrultusunda bu nefret tohumları özel ve suni olarak ekildi toplumlar arasına.

Irk, millet, kültür, din, mezhep farklılıkları bu nefretin oluşturulmasında temel unsurlar olarak kullanılırken Darwinist-materyalist-evangelizmin katkı sağladığı diğer düşünce ve ideolojik sistemler de en önemli itici güç olarak devreye sokuldu. Sevgi, kardeşlik, dostluk, barış, birlik, bütünlük gibi İlahi dinlerin insanlığa sunduğu güzel vasıfları reddeden bu sapkın ideolojiler insanlardan sevginin, dostluğun, kardeşliğin kaldırılması amacıyla özel görevliler tarafından toplumlara empoze edildi. Bu sapkın felsefelerin ürünü olan bireysellik, çıkarcılık, bölücülük, ahlak ve sınır tanımama, kavgacılık, çatışma, kan dökücülük, acımasızlık gibi Deccali anımsattıran özellikler toplumlara aşılandı.Sanki birileri birşeyleri Müslümanlık ve İslam alemi üzerinden Ve özelliklle Kuran-ı Kerim Ayetleri üzerinden çözümlüyor.Ve Onların istediği gibi herşey şekillenmek isteniyordu.

Tüm bu kapsamlı oyun ve entrikalar da dev bir İmparatorluğun sonunu hazırladı.
Elbette bu kaçınılmaz sonda Osmanlı'nın da önemli payı oldu. Osmanlı tüm bu bölgelerde meydana gelen fitne ve ayaklanmalara karşı manevi, imani bir eğitim programı uygulamaktan sürekli uzak durdu, çareyi hep fiziki yöntemlerde aradı. Birleştirici, bütünleştirici manevi ve kültürel çözümler üretmekten ziyade o bölgelere mimari eser sunma yönünde zayıf politikalar izledi.

Irak,Mısır,Suriye,Tunus,Lübnan kışkırtma ve ayrımclıklar ile birbir koptular

Tüm bu kopma ve bölünmelerin sonucunda ise 24 milyon km.karelik bir bölgeye hükmetmiş 600 yıllık bir cihan imparatorluğu paramparça edilerek yok edildi. Bu yıkımdan ise sadece Allah'ın Büyük Atatürk'ü ve kahraman Türk ordusunu vesile etmesiyle Lozan zaferi sonucunda 783.000 km.kareye kadar küçülmüş olan Türkiye Cumhuriyeti kurtulabildi.

Bugün Osmanlı'yı parçalayıp yok etmede kullanılan plan ve oyunlar birebir aynen Türkiye Cumhuriyeti üzerinde oynamakta. Farklı etnik kökenler bahane edilerek terör örgütünün ve yandaşlarının baskı ve çabalarıyla Türkiye'nin Güneydoğusu'nun bölünmesi yönünde çok kapsamlı bir faaliyet yürütülmekte.

Güneydoğu'nun ayrılması ise yalnızca bir başlangıç. Ardından Türkiye'yi 16 ayrı özerk bölgeye parçalama aşaması geliyor. İşte tehlike bu derece açıkken, bunu görmezden gelmek, kayıtsız kalmak, gerekli acil tedbirleri almakta gecikmek Osmanlı'nın son dönemde düştüğü gafletin doğurduğu aynı vahim sonuçlara yol açabilir.

Yani BAŞLIK ; OSMANLININ ÇÖKÜŞÜ GİBİ;

Saygılarımla

15 Temmuz 2014 Salı

ORTADOĞUDA DENGELER

                                           
                                                     



                                         Ortadoğuda Dengeler

Türkiye Ortadoğuda Büyük bir güç evet büyük bir güç hemde,nesilini aslını bilmeden
asıp kesenlerden değil,ortadoğuyu şekillendiren hakimiyet kurana dur bi dk diyen konumda,Türkiyenin Bu konumu diğer ülkelerin kabus sebebi;
Bu yüzdendir ki daima Türkiye iç ve dışta kaotik duruma itilmekte,biz kendi içimİzde bile kendimize karşı oynuyoruz.Bu oyunları kuran kurgulayan en başta ABD sonra İNGİLTERE ve enson Siyonizmin baş mimarı İSRAİL.

Ve Asıl mesele Evangelizmdir bir Hıristiyan mezhebi olan Evangelizm in kökleri Martin Luther'e ve protestanlığın kuruluşuna kadar gitmektedir. Martin Luther, kendi kurduğu kiliseye; evanjelik kilise hareketi; adını koymuştur.

Amerika ve İngiltere de 19.uncu yüzyılda ortaya çıkan Evangelist hareket, ilk önce hıristiyan din otoriteleri tarafından fazla dikkate alınmamıştır. Daha sonraları taraftar toplamaya başladığı görüldüğünde engel olunmaya çalışıldıysa da bunda başarılı olunamadı. günümüzde Evangelizm, hıristiyanlığın en güçlü mezheplerinden biri konumunda bulunmaktadır. Abd deki etkinlikleri ve Bush'un başkan olmasındaki rolleri dikkate alındığında Evangelizmin Hıristiyan aleminde ne kadar etkili olduğu daha kolay anlaşılacaktır. 2. dünya savaşı sonrası güç kazanmaya başlayan hareket, dünyanın birçok yerine yayıldı. Genişlemesi bir süre durma noktasına gelen Evangelizm, özellikle 1970 lerden itibaren daha muhafazakar olarak yeniden dirildi ve aradan geçen otuz yıl içinde hıristiyanlığın en hızlı büyüyen mezhebi olmuştur.

Evangelizmin tekrar hayat bulmasında Yahudilerin büyük desteğinin olduğu bilinmektedir. Yahudilerin bu desteklerinin altında yatan gerçek, Evangelistlerin Yahudilere hizmet etmeyi bir ibadet saymalarıdır.Kilit nokta Evangelizmdir.

Ve Siyonizm, Evangelizmle birlikte Dünyada denge bozan unsurlardır.Cumhuriyet tarihi ve öncesi her daim siyonizm ortadoğuda vaad edilen toprakları kurmak ve bu düşünceyi bu ideali gerçekleştirme uğruna her türlü kahpeliği ve oyun düzeneğini kurmuştur.
Ve Filistin gerçeği Yaser Arafatla başlayan bir kısır döngü karmaşası ve oyun kurgu planları,Fazla uzağa gitmeye gerek yok?Yaser Arafat bir Yahudi kadınla evliydi.Bakın Musevi demiyorum Yahudi diyorum.Filistin zaten içerden haince girilip vurulmuştur.Ortadoğuda dengeler aslında çok güçlü iken çıkarlar ve taşların yerinden oynatılması ve sonuç bugünkü gelinen durum.

Irakta SADDAM (Abd tarafından idam edildi)
Libyada KADDAFİ (Linç edilerek öldürüldü)
Mısırda Hüsnü MÜBAREK (Hapiste Yargılanıyor)
Suriyede Beşer ESAD (Devletini kurtarmanın derdinde)
Filistinde Yaser ARAFAT (zehirlenerek öldü)

Dahası dahası çok denge unsuru vardı.Ama en önemlisi Iraktı ve Saddamdı Kuveyt ile başlayan körfez krizi,zaten yıllardır süregelen İRAN IRAK savaşları.Ve beklenen harekat.Ortadoğuda dengeler altüst.
Saddam denge unsuruydu.Irak bugün ne halde ayan beyan ortada,İşte Tüm bu olanların izinde Türkiye nerede ? Neredemi TÜRKİYE Ortadoğunun tam merkezinde
Dengesinde dengesinin ortasında Türkiye elindeki kozu kullanırsa

Ortadoğunun Yeni Büyük Gücü Türkiye!

Saygılarımla

8 Temmuz 2014 Salı

SUBLİMİNAL MESAJ NEDİR? NASIL ETKİLENİYORUZ!





         

Subliminal mesaj veya bilinçaltı mesaj, başka bir objenin içine gömülü olan bir işaret ya da mesajdır ve normal insan algısı limitlerinin altında kalmak, o anda fark edilmemek üzere tasarlanmıştır. Subliminal mesajlar insanın bilinçli dikkati tarafından fark edilemezler, ancak bu mesajların insanın bilinçaltını etkiledikleri ileri sürülmektedir. Subliminal teknikler reklamcılık ve propaganda alanlarında sıklıkla kullanılmaktadır. Dizilerde veya filmlerde karakterlerin içtiği içecek markaları, kıyafetleri subliminal mesaj örneklerindendir. Bu tekniklerin amaçları, etkisi, kullanım sıklığı ve rekabet gibi konularda ahlaka uygunluğu konuları tartışmalıdır.

Peki sistem nasıl işliyor?


İnsan kulağı sadece belirli titreşim sıklığı aralıklarındaki sesleri duyabilir. Eğer siz bir müzik parçasını rahatça duyabiliyorsanız, bu sizin duyabileceğiniz titreşim aralığında olduğunu gösterir. İnsan beyninin algısı ise, bundan daha düşük ya da daha yüksek frekansları algılayabilecek kapasitededir. Dikkat ediniz: “duyabilecek” demiyorum, algılayabilecek diyorum. Yani, kulağımız ancak belirli bir titreşim aralığındaki sesleri duyabilir. Fakat beynimiz bu aralığın çok daha ötesindeki sesleri algılar, hisseder.

Şuuraltı ve şuuraltının özelliklerini anlayıp araştırdığınız zaman, ne demek istediğimi çok daha iyi anlayacaksınız. Ancak, şimdi öncelikli olarak bu “subliminal mesajların (şuur-altı telkinlerin) neler olduğunu ve nasıl işlendiğini sizlere göstermem gerekiyor.

8-12 hertz dalga boyundaki Subliminal mesaj içeren bir MP3′ü kulağınızla dinlersiniz, ancak içindeki gizli-mesajı beyniniz dinler. Bu esnâda kulağınız hiçbir şey duymaz. İnternette ve paylaşım programlarında şuuraltı mesajları içeren MP3 dosyaları bulunmaktadır. Hatta bu gizli mesajları frekans aralıklarına göre analiz ederek ortaya çıkartan yazılımlar dahi vardır.

Mesela, en korkunç uygulamalardan sadece biri: “Amerika, Irak’ı işgal etmeden önce bir yıl boyunca (daha fazla da olabilir) Irak radyolarında Kur’an yayınının altından, çok düşük bir titreşimde, kulakla duyulmayan, ancak dimağla algılanarak Iraklıların şuur-altına gönderilen: “Direnmeniz faydasız” gibi mesajlar verilmiş ve bir ülke işte bu şekilde şuuraltı mesajlar ile işgâle hazır edilmiştir.




25inci KARE
Kişinin şuur-altına subliminal mesaj göndermenin birçok yolu olduğunu söylemiştim. İşte bunlardan bir diğeri de 25inci Kare tekniğidir. Peki nedir bu 25inci Kare ben araştırdım size aktarayım;

rdüğümüz bir ânlık görüntü : 655 satır ve frame/çerçeve denilen 24 küçücük kareden oluşur.
Sinema şeridinde, saat, dakika, sâniye olarak bir diziliş vardır. Her sâniyeden sonra bir yabancı kare gelir ve bir sâniye 24 karedir. Her 24 kare ise bir ekran büyüklüğündeki kareyi oluşturur. Her 327.5 satırda bir de "control-track" denilen aralık vardır. İşte bu aralıktaki görüntüler kesilip, aralarına başka görüntüler atılarak 25inci kare oluşturulur ve bu son kare olan 25inci kare ânlıktır. Yani görüntü sâniyede 1/24 olacakken, bu 1/25'e çıkar. Kareler 25 olunca bir anda bir görüntü gelir ve ânında kaybolur. Genellikle göz ve beyne görünmez, daha doğrusu görülür ama şuuraltında kalır.
25. karenin temel mantığı da mesajı şuur-altına göndermek olduğu için, artık dünya sinema sanâyii’nde bu tekniği kullanmayan yok gibidir. Yani sizler evlerinizde rahat koltuklarınıza oturup herhangi bir televizyon kanalındaki herhangi bir dizi/ film ya da bir belgeseli seyrederken aynı zamanda 25 karelerle şuur-altınıza gönderilen mesajlara/ telkinlere/ saldırılara ma’ruz kalabiliyorsunuz.
Göz bunları görmüyor ama sâniyenin 3 binde biri gibi bir zaman aralığında bu görüntü şuur-altına ulaşıyor, orada depolanıyor. Bu gizli mesajlar sâyesinde, o reklâmı, diziyi, filmi ya da herhangi bir resmi hazırlayan kişi/ yapımcı/ yönetmen kendi hedefine, niyetine ve ideolojisine göre vermek istediği mesajı “25inci Kare”lerle şuuraltına göndermiş oluyor.




PEKİ, GÖREMEDİĞİMİZ HALDE NASIL ETKİLENİYORUZ BU 25inci KARELERDEN?

Bu adamlar zaten açıktan açığa bu işi yapıyorlar. Filmlerle, reklamlarla her türlü mesajı veriyorlar. Buna rağmen niçin böyle gizli bir kare uyguluyorlar?

Cevâbı çok basit : Çünkü, gördüğümüz zaman bu kadar etkili olmuyor. Çünkü, kişi, şuurlu bir tercih ile gördüklerini veya duyduklarını ya red ediyor ya da kabul ediyor. Çünkü baştan önüne seçenek getirilmiş oluyor.
Fakat bu, öyle bir şey ki insan onu görmüyor, duymuyor ve hissedemiyor, yani bizlerin algı frekanslarımızı n tamamen altında veya üstünde yer alıyor. Böyle bir şeyi kabul yahut red etme gibi bir imkânımız var mı? Elbette hayır.

   İşte 25. karenin ve subliminal reklamların temel mantığı budur! Hedefteki kitlenin şuurlu tercih hakkını gaspederek, onları gizlice zehirlemek!




25inci KARE NE ZAMAN ve NASIL ORTAYA ÇIKMIŞTIR?
    Şuur-altının bütün görüntü, ses ve resimleri kaydetme özelliği 1900’lü yıllardan beri insanları yönlendirmek için kullanılmaktadır.
1900’lü yıllarda Knight Dunlap adında Amerikalı bir psikoloji profesörü illüzyon gösterisi yaparken şuur gücüyle algılanmayan “hissedilemez gölgeler” kullanarak aynı uzunluktaki 2 çizgiyi seyircilerin farklı ölçülerde algılamasını sağlamıştı.
İşte buradan hareketle şuur-altını hedef alarak mesaj göndermeyi hedefleyen ve adına “Subliminal Mesajlar” (Şuur-Altı Telkinler) denilen bu tür reklamlar ilk kez 1950'li yıllarda Amerika'da ortaya çıktı. James Vicary adlı reklamcılık uzmanı, sinema salonlarında yaptığı bir deney sonucu patlamış mısır ve kola satışlarının arttığını iddia etti. Bu deneyde film perdede oynarken, saliselik görüntüler hâlinde gözle görülemeyen gizli kareler ve gizli mesajlarda: “patlamış mısır ye” ve “Kola iç” sloganları çıkıyordu. Seyirci bu sloganları şuurla algılayamadığı hâlde, şuuraltına hitap eden bu sloganlar neticesinde Kola satışlarının yüzde 18.1, patlamış mısır satışlarının ise yüzde 57.7 arttığı görüldü.
Bu şekilde, şuur-altına yönelmenin reklamın etkinliğini artırmada daha işlevsel olduğu görülmüştür.
İşte o gün bugündür uygulanan 25inci kareler sadece bir insanı ya da bir topluluğu değil; bütün insanlığı tehdit ede gelmektedir.

     Bir grup psikolog ve yazar bu konunun gündeme geldiği ilk yıllarda bu yöntemin uydurma ve efsane olduğunu ve insanları etkilemeyeceğini söylediler. Ancak, beyin dalgalarını ölçen teknolojilerin gelişmesi ile gizli-mesaj içeren reklama beynin daha farklı ve fazla tepki verdiği gözlemlendikten sonra, bu yöntemin etkisi ispatlanmış oldu.
İşin en ilginç tarafı ise bu konuyu gündeme taşıyan, kitap, tez ve aile eğitim seminerlerinin yok denecek kadar az olmasıdır. Yıllardır uygulanan böyle ciddî ve hayatî bir konunun nasıl olup da bütün bir insanlık tarafından henüz bu şekilde yeni-yeni öğreniliyor olması düşündürücü olsa gerek.
Televizyon karşısında uyuyan/uyutulan bir çağda yaşıyoruz!

Toplum bilinçlenmeli!

Şuur-altımızı başkaları değil ; biz yönetelim!








1 Temmuz 2014 Salı

4 Temmuz Çuval Hadisesi

KISA BİR ANEKTOD   4 temmuz anısına;

   2. cihan harbi sırasında Mussolini Türkiye'ye dışişleri bakanını yollamış. Dış işleri Bakanı  M.Kemal ATATÜRK'e elçi yollayıp güneydeki bazı şehirlerin İtalya'ya verilmesini talep etmiş ATA'mın cevabı ise son derece keskin ve kararlıymış "söyleyin o deyyuza 2 gün içerisinde bu ülkeyi terk etsin yoksa başını kestiririm"

   Bu ve bunun gibi yaşanmış olayları duyunca içim yanıyor bir ATA'nın Türkiyesine bakın birde bugun Türkiyesine...
Topu tüfeği mermisi olmayan ordunun ayağında ayakkabısı altında kamyonu olmayan askeri zamanında dünya güçlerini defedip atmış oysa her türlü teknolojisi ve savaş gücü hazinesinde parası olan günümüz ordusunun tıpkı o zaman ki gibi gurur ve şerefi olan askerine o kara gün çuval geçirildi.

Çuval siyasetine girmek istemiyorum ama o beceriksiz siyasetçi değilmi bizi Amerikaya gidipte iç meselemiz olan türban konusu için ülkesini şikayet eden...

Temel sorun şurda o topsuz tüfeksiz ordu zamanında başımızda ki adam bir devlet adamıydı gururu ve vatan sevgisi dışında hiçbir şeyi onun o zamanlar altında son model bir mercedesinden de ayrı ayrı sayılarda yoktu ama diyorum ya o bir devlet adamıydı O idi  Churchili,Winstonu cebinden alıp çıkaran o idi yabancıların şark politikasını yerle bir eden oysa şimdikilere bakıyorumda sadece politikacılar altlarında türlü türlü arabaları havalanında devletin uçakları yani kısacası her türlü olanaklar ellerine verilmiş olan insanlar özellikle belirtmek istiyorum herhangi bir partiye laf etmiyorum hemen savunucular ortaya çıkmasın ben hepsinden bahsediyorum ceylan derisinden birbirine laf atan kendi ve partilerinin menfaatleri için gözünü kırpmadan güzel vatanımı mahveden o insanlara söylüyorum.

Ulustaki rutubetli ufacık o meclistekiler sizin alayınızdan çok daha gururlu.
Çok daha becerikliydi çünkü onlar vatanlarını,ordularını el üstünde tutmayı bildiler çünkü onlar milletlerini sevdiler. Sizse 4 temmuzda kafamıza çuval geçiren o paralı askerlere seve seve davulla zurnayla askere giden askerlerinizi ezdirdiniz hemde onların bile sahip olmadığı bambaşka bir ülkede.Yazıklar Olsun.